30 Ocak 2011 Pazar

Gezip görülesi

Sekiz yaşına kadar yaşadığım yer; Rumelifeneriköyü.
Hayatımın önemli yılları burada geçti. İlk adım atmaya başladığım, kalabalık misafirlerimizi ağırladığımız huzurlu evimiz buradaydı. Çocukluğuma dair hatırladığım güzel yer Rumelifeneri. Babam ile sabahları erken kalkıp limanın başında denize girdiğimiz zamanları, babamın öğrencileri ile birlikte kalede yaptığımız piknikleri, kuzenlerimin bizimle kaldığı ve deniz için ön hazırlık yaptığımız heyecanlı zamanları, tetris için kardeşlerim ile yaptığım kavgaları, abimin Ferrari havasındaki bilyalısını ve onunla birlikte topladığımız narları, annemle birlikte Kabakçı'da yıkadığımız halıları, Papazburnu'ndaki pikniklerimizi, Topunaltı'ndaki deniz keyfini, ilkokul arkadaşlarım ile geçirdiğim güzel vakitleri, 23 Nisan şiirlerimi... Asla unutamam. Fener'e ait unutmak istemediğim anılarım.

İstanbul'da Yapılacak 101 şeyden birisi de Rumelifeneri'ni ziyaret etmek.


"Rumelifeneri Köyü Sarıyer ilçesinin Karadeniz'e bakan en uç noktasında kurulmuş bir yerleşim bölgesidir. Köyün antik çağdaki ismi Panium veya Panyum Burnu, Bizans döneminde ise Fanaraki veya Fanariyan Burnu idi.

Köy antik çağdaki ismi ile Panium veya Panyum Burnu kayalıkları üzerine kurulmuştur. Bizans dönemindeki ismi ise Fanaraki veya Fanariyan'dır. Fanaraki veya Fanariyan Avrupa Feneri veya Küçük Fener demektir. Köy Rumeli yakasında kurulduğu için Rumelifeneri Köyü adını aldı. Köyün ismi bir süre Türkeli olarak da kullanıldı. Rumelifeneri, Garipçe, Demirciköy, Zekeriyaköy'den sınır alır. Köy ilçe merkezine 12, Taksim'e 32 ve Eminönü'ne de 35 km uzaklıktadır.

Efsanelere konu olan Öreke kayalıkları da Rumelifeneri Köyü ile birlikte anılmaktadır. Öreke kayalıklarına antik çağda Kyanaeis ya da Symplegades kayalıkları, değişik zamanlarda Geant veya Bavonere kayalıkları da deniliyordu. Gerek antik çağdaki ve gerekse Bizans dönemindeki isimlerin Türkçe karşılığı Orakiye, Öreke Kayalıkları veya Öreke taşıdır. Bu kayalıklar zamanla birbirinden ayrılmış beş büyük kayadan oluşmuştur. Osmanlı döneminde bu kayalara Kanlı Kayalar adı verilmiş sonraları Kocataş, Körtaş, Mavikayalar ve Kızılkayalar da denilmiştir. Bugün bu kayalıklara Öreke (halk ağzıyla Roke) kayalıkları denilmektedir. Bizans döneminde bu kayaların en büyük ve yüksek olanının üzerine bir sütun dikilmiştir. Buna Pompeus sütunu denilmişse de sütunun İmparator Augustos veya İmparator Hadrianus'a ait olduğu da söylenmektedir. Bu kayaların en büyüğünün doruğunda Apollo Tapmağının olduğu da ileri sürülmektedir.

Bizans döneminde bu kayaların en doruk noktasına dikilen Pompeius sütunu deniz kazalarının önlenmesi amacı ile dikilmiş, gemilere yol gösterici olmuştur. Bu sütun üzerinde Latince yazılar vardı. Bu yazıları Vestius 1680 yılında üç satır olarak tespit etmiş, Setsini (1778) ise daha değişik yorum yaparak sütun üzerindeki üç satır yazıyı yorumlayarak sütunun Tiberius adına dikildiğini ifadeyle burayı sefere çıkacak gemilerin yol güvenliği için kurban adak yeri olarak kullanıldığını belirtmiştir.

Zamanla sütun yıkılmış gitmiş ancak dibindeki kaide veya büyük bir parçası kayanın üzerinde kalmıştır. Bu kayalıklara Symplegades denilmesinin nedeni sabit olan bu kayaların hareket ettiğinin sanılması, birbirlerine yaklaştıklarına inanılmasından ileri geliyordu. Oysa bu med cezir denilen olayın, yani suların yükselip çekilmesinden başka bir şey değildi.

Evliya Çelebi (1611-1682) seyahatnamesinde "Kaleden taşra yüksek bir kule üzre bir fanus'u azim" bulunduğundan bahsetmesi, burada daha önce bir fenerin bulunduğunun ispatıdır. Ayrıca Ali Macar Reis 16. yy. eseri olan Atlas'ında aynı noktada bir fenerin bulunduğunu işaret eder.

Rumelifeneri, tarihi zenginliklerle doludur. Günümüzde bile kullanılabilir durumda bulunan ve Cenevizliler tarafından yapılan Rumelifeneri Kalesi tarihi zenginliği gözler önüne serer. Bu kale zaman zaman film seti olarak kullanılmaktadır 


Papazburnu mevkii Osmanlı döneminde askeri yerleşim bölgesiydi. Burada Padişah IV. Murat (1623-1640) tarafından bir hisar yapılmıştı. Hisarın içinde 60 adet asker evi, Sultan Murat adına yapılmış bir cami, buğday ambarları, cephanelik, 100 adet büyük, küçük top, kale muhafızı ve 300 asker bulunuyordu. Kıble yönüne bakan demir bir kapısı da vardı. Şimdi bu tarihi yerleşim bölgesinden yıkık dökük bir duvardan başka bir şey yok.

Rumelifeneri'ndeki en önemli tarihi eserlerden biri de 15.05.1856 tarihinde açılışı yapılan fenerdir. Bu fenere resmi olarak Türkeli Feneri denilmektedir. Ancak bu isim tutmamış ve Rumelifeneri olarak kabul edilmiştir. Bu fenerin eşi tam karşıda yani boğazın Anadolu yakasındaki Anadolufeneri köyünde bulunmaktadır.

Fener 1855-1856'da Kırım Savaşı sırasında Fransız ve İngiliz savaş gemilerinin İstanbul Boğazının Karadeniz girişini görebilmeleri ve boğaz sularına rahatça girebilmeleri amacıyla yapılmıştır. Fener'in kule yüksekliği 30 metre olup kıyılarımızın en yüksek kulesidir. Kuleye ahşap merdivenlerle çıkılıyor. Her katta kulenin çapı biraz daha daralıyor. Son basamakla birlikte dev silindir kristale ulaşılıyor. İçinde eski tarihlerde yunus yağı kullanılırken şimdi 500 watt'lık ampul kullanılmaktadır. Fener Rumeli Tahlisiye İstasyonuna bağlıdır.

Rumelifeneri Köyü, Koç Üniversitesinin 2000-2001 ders yılında Rumelifeneri Köyü ormanlarıyla kaplı alanda açılması ile büyük bir eğitim kurumuna da sahip oldu. Koç Üniversitesi İstinye'de açılmış ve bir süre burada eğitim verdikten sonra, Rumelifeneri Köyü ormanları içindeki kampusu tamamlanınca buraya taşınmıştır.

Rumelifeneri Köyü Türkiye'nin en büyük balıkçı köyüdür. Balıkçı köyü olmasına karşın turizme de açık olup, son yıllarda büyük patlama yapmıştır. Zira mükemmel denizi, tertemiz sahili, kırları ve piknik yerleri ile dikkat çeker. Köyün dışında da olsa Çırpına Suyu içimi fevkalade güzel olan bir sudur. Ketendere ve Marmancık koyları ile Rumelifeneri Kalesi her türlü turizme açık ve elverişli koylardır. Bilhassa Marmancık Koyu ve ağaçlık kısımda kurulan Marmancık Golden Beach Kulüp büyük ilgi gören, geceler, festivaller ve çok değişik türde eğlenceler tertiplenen bir eğlence merkezidir. Ayrıca, hemen fenerin yanında bir çay bahçesi ve liman bölgesinde balık lokantaları vardır."

Tavsiye

Tarık Tufan'ın son kitabını okuyorum şu sıralar,


Bir Adam Girdi Şehre Koşarak
Camlardan ölesiye sarkan gündelikçi kadınlar, elindeki eczane poşetleriyle çaresiz bekleyen yaşlı adamlar, pazar yerlerinden artık toplayanlar, eskimiş kıyafetleriyle düğün salonlarında şarkı söyleyenler, sefer tasından utanan genç adam ve diğerleri.
Şehrin ötekileri yani.
Biraz Raif Efendi, biraz Maria Puder, Sartre, Bachelard, Anna ve biraz Kudüs.
Karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir şehirde hayatta kalabilmek için her şey.
Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulabilmek için yani. Tarık Tufan, “Bir Adam Girdi Şehre Koşarak” kitabında her şey hızla akarken, yavaş gidenleri, yorulanları, rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanlarını anlatıyor.




Tarık Tufan'ın diğer kitapları,
Kraliçenin Pireleri
Kekeme Çocuklar Korosu
Ve Sen Kuş Olur Gidersin
Hayal Meyal

Denge


"... Her şeyi yaratan ve bir ölçüye göre düzenleyen Allah'tır" (Furkan suresi, 2)

Denge,
Dengeli beslenme,
Dengeli yaşam,
Doğanın dengesi,
Denge, ölçü, ayar, kıvam.
Dengeyi yaşamımızın her alanına yerleştirebiliriz. Yemeği fazla kaçırdığımızda vucudumuzdaki hazımsızlık, yakaladığımız serçeyi elimizden kaçırmamak için fazla sıktığımız avucumuzda serçenin can vermesi, ilacın dozunu kaçırdığımızdaki olumsuz sonuçlar ve daha bir sürü örnek.
Yaşadığımız olumsuz olayların çoğunun altında denge yatıyor bence. Kıvamı tutturamamak. Yeterince çalışmadığımız için kötü aldığımız not (genelde hocalarda buluruz suçu), tuzu gereğinden fazla döktüğümüz için yiyemediğimiz yemek, bazen de gereğinden fazla değer verdiğimiz için kaybettiğimiz insanlar.
Dengeyi nasıl bulabiliriz sorusu benimde kafamı kurcalıyor uzun zamandır. Sanırım insan ilk önce ruhu ile bedeni arasındaki dengeyi yakalamalı. Attığımız her adımın temelinde iyiyi, doğruyu, güzeli bulma hedefi varsa, yani O'nun rızası gözetiliyorsa, dengeyi bulmamız daha kolay olabilir.
Bugün gençlerin bunalımda olmasının sebebi belki de budur. Hayatın boş olduğu, hiçbir şeyin bir anlam ifade etmediği, depresyon denilen bunalımların sebepleri buraya dayanıyor olabilir.
Su, iki hidrojen bi oksijen... Üç değil , o zaman su olmazdı.
İki bacağımız var, tek olsa da dengeyi tamamlamak için yapay güç alıyoruz.
Gece ve gündüzün dengesi,
Yer çekimi,
Bugün bilimin bile yetersiz kaldığı akıl almaz denge.
Tefekkür burada devreye giriyor olabilir. Biraz düşünmeli, varolan herşey birbiri ile ne kadar uyumlu olduğunu. Bu kadar uyumun içinde bizim oluşturduğumuz uyumsuzluklar çok komik kaçmıyor mu?

"30.01.11"



Beyoğlu
 Kardeşim Esra Karaca'nın objektifinden...

Merhaba,

                    Sosyal medyanın hızla yaygınlaştığı, adını henüz koyamadığım (annemin ahir zaman olarak değerlendirdiği) bir zaman içerisindeyiz. Bir ucu da medya olan iş alanımın bir gerekliliği olarak Ocak 2011'in son gecesinde blog açmaya karar verdim. Bir günlük gibi olacak belki de ama güzel olacak sanki ;)
Hayatın anlamı, bazen de anlamsızlığı, aklımda kalanlar, kalmasını istediklerim, gezip gördüklerim, görmenizi istediklerim olacak bu blogun içinde.