7 Eylül 2024 Cumartesi

Denge 2

 Blogumu açtığımda selam verip ilk yazımı "denge" üzerine yazmıştım. Bugün kahvaltı sonrası kaşık/çatal çekmecesini düzenlerken aklıma geldi. Neden olmasın, neden gelmesin tam da yeri gibi bir konu. 


Tahammül seviyemi en zorlayan tiplerin/işlerin başında gelir 》 dengesizlik. Kim sever ki dengesizliği? Şöyle ki, "yok artık , bu kadar da olmaz" dediğimiz yani bir zamanlar öyle dediğimiz birçok şeyi o kadar normalleştirdik ki. Annemin tabiriyle "olsa o kadar olur." Absürt olayları dile vurmak, toplumda bizi o durumdan daha tuhaf bir hale getiriyor. Saçmalıklar silsilesi düzelmediği gibi birçoğumuzu bu batağa çekiyor. Bu durumda birçok suçlu bulmak da mümkün tabi... 


Suçlulardan birini ele alalım desek; Sosyal Medya ipi ilk göğüsleyen olur. 

2011 de açmışım blogu ve bu konuya dair yerinde yazılarım var, dönüp baktığımda hak verdiğim, bu hale geleceğini herkes gibi öngördüğüm yazılarım. Daha da ne olur, nereye doğru gider dersek; Yozlaşma son hızıyla devam eder gider azizim. Ta ki doydumm beee, diyene kadar ama insanoglu kolay kolay doyar mı? 


Sistem öyle hazırlanmış ki alt yapı öyle sağlam ki, insanı tam 12 den vuruyor ki, geri adım atmak oldukça zor. Beğenilme duygusu ve paradan bahsediyorum. Bu yolda kimler yok ki, geçen gün instagramda başında başörtüsü ki gayet düzgün bağlamış bir kız epilasyon reklamını kollarında deneyerek gösteriyordu. Ben sözlü reklam yapanı görmüştüm de bunu yeni gördüm bir şaşırdım müsaadenizle. Çarşaflı ablalarıma sözüm yok, onların yeterki siyah çorabı olsun, çoluk çocuğunun, evinin yatak odası dahil her odasının reklamını yapmasında bir sakınca yok. Siyah çorap mühim. 


Dengeyi burada kuramıyoruz ya da giderek zorlaşıyor gibi... twitter ve instagram var sosyal medya adına kullandığım uygulamalar. Bloga devam, antika olana kadar :) Bazı uygulamalar da var, kitap dinlediğim, alışveriş yaptığım. Ben bir sadeleşme uzmanı değilim, bir örnek de asla. Zaman zaman dank eder birkaç hafta dikkat eder sonra yine açılırım biri beni çağırana kadar. 

Hooopp geri gel, oralar derin. 


İnan olmasalar da olur. Hayatımızdaki boşlukları bunlarla doldurmak dönüp bakınca çok ama çok acı. Birkaç sayfa takip edip, dozunda ilerleyebiliyorsak ne ala. Ama bize ne 19 yaşında bir kızın kazandığı milyonlar ile aldığı evlerden, arabalardan, çantalardan. Birgün gelecek o da kapatacak kapılarını sokmayacak seni o eve muhakkak yapacak bunu çünkü bu sanal mutluluk insanı ömürboyu tatmin edemez. Ondan önce ben kapamalıyım. Hayat, yaşanan tüm olumsuzluklar içinde bir umut, bir şükür. Okunacak onca kitap, izlenecek binlerce film var. Hem hızlı geçiyor diye şikayet edip, hem de günü öldürmek biz insana mahsus trajikomik bir hal. 


Paylaşcaz, gezicez, yaşıcaz, sosyal medya kullanıcaz, dozunda kararında tadında. Bizi uyaran, Hakk'ı hatırlatan, görünce sesini duyunca gözlerimizin güldüğü dostlarımızın, sevdiklerimizin kıymetini bilelim.  




18 Haziran 2022 Cumartesi

Bir Fotoğrafın Hikayesi

 

Sanat olmasına lüzum yoktur fotoğrafın.

Fotoğraf tarih olayıdır. Tarihi zapt ediyorsun, bir makine ile tarihi durduruyorsun.”

Ara Güler


CANDAN KULE

Şipşak fotoğraf çekiminin yaygın olduğu yıllarda, hastanede de fotoğrafçıların gezdiğini anlatırdı annem. Eskilerin "doğum fotoğrafçısı" onlardı. Sonralarda her sülalede bir fotoğrafçı bir sonraki adımda ise her ailede bir fotoğrafçı olmuş. Bizim ailemizin fotoğrafçısı da annem Emine Karaca. Kendine ait makinesine 1991 yılında kavuşmuş. Sadece bizim değil birçok yakınımızın da hayatına, çektiği fotoğraflar ile hatıralar bırakan birisiydi annem.

Evimize gelen misafirlerimize sunabileceğimiz birçok albüm var şimdilerde. Her biri kıymetli bizler için ve her biri içeresinde acı tatlı hikâye barındırıyor. Bu yüzden albümlere bakarken, "ooo saatler sürer bu" yorumları geliyor peş peşe. Haksız da sayılmazlar. Albüm bir kültür bizim ailemizde. Biz de bu kültürü sürdürmeye çalışıyoruz. Ellerimizde bugün fotoğraf makinesi olsa dahi çektiğimiz fotoğrafları dijital ekranda görmek pek de tatmin etmiyor bizi. Bir bağ kuruyoruz aramızda bu yüzden elimize almalı, üzerinde düşünmeli, anlatmalı ve saklamalıyız.

Eski ile yeni arasındaki farklardan birisi de fotoğraflar. Şimdiler de fotoğraf çektirmek bazen uzun bir mesele haline gelebiliyor. Hele bir de kalabalık bir grup ise dakikalarca süren poz verme telaşları. Oysa öyle miydi önceden? 

İşte hemen burada “Candan Kule” de, üç kardeşten ortanca çocuk ben kulenin en tepesindeyim, gözleri gülmekten kapanan ise abim Sadık sırtında beni taşıyor, kulenin ana gövdesi, tıpkı evimizdeki yeri gibi babam Vahap Karaca, daha çok onu Vahap Hoca diye tanırlar. Üç numaramız olan Esra ise babamın kucağında, kulenin altında. O zaman da 'poz' da kıymetli 'an' da. Şimdi olmadı tekrar çekelim dediğimiz akıllı telefonlar da yok elimizde. Ben tavana bakmışım, kardeşimin ağzı açık çıkmış abimin gözleri kapalı babam konuşuyormuş. Bunlar hiç de tekrar gerektiren kusurlar değil bilakis her birimizin yüzünden doğallık ve mutluluk parıltıları okunuyor. 

Desenli perdelerden tül perdelere geçmişiz o yıllarda fakat duvar kağıtları baki. Öyle yer etmiş ki bu duvar kağıtları bende her modern duvar kağıdının içerisinde bu desenleri ararım sessizce. Sene '94 babamın kareli gömleği. Kabartmalı koltuk kumaşı. Koltuk da değil çekyat. Gündüz üzerinde türlü sohbetin döndüğü, akşamında çekip yattığımız ev eşyası. Evlerin, ev eşyanın da eşya olduğu kıymetli zamanlar. Pencerenin arkası lebi derya. Marmara’nın bittiği, Karadeniz’in başladığı yer burası: Rumeli Feneri Köyü. Manzaranın yanı sıra havası da çok güzeldi köyümüzün. Ardı arkası kesilmeyen misafirler, yaşı ilerlemiş yakınlarımız eksik olmazdı evimizden. Bu koltuk onların da favorisiydi. Uzun süreler hasta yakınlarımız bu yatakta, bahsettiğim manzaraya bakarak ve muhteşem havasını soluyarak bu köyün şifa ümidiyle geçirdi günlerini evimizde. Bu camdan kaptan dayımız Mustafa Asım Sulu, dümeninin emniyeti ona mahsus olan gemisiyle geçmesini beklerdik. Uzun yoldan gelirken ya da sefere çıkarken haber verirdi bize, geminin siren sesiyle camın önünde bulurduk kendimizi.

Yine bu pencere önünde bulunan liman ve sabah namazı sonrası gün ağarırken o limana babamla yaptığımız yürüyüşler. Çarşaf gibi bir deniz, babam, yanından ayırmadığı kitapları ve ben. Denize hükmedercesine yüzen babamı izlemek o kadar keyif verirdi ki.

Bu fotoğrafa baktıkça aklıma gelen onca şey olur. Belki de bundandır ki birbirinden habersiz üç kardeşin de telefonlarının ana ekranı bu fotoğraf var yıllardır. Onlarda hangi duygular yatıyor tam bilmiyorum ama benim gibi bir öğretmenleri olmadığı sürece fotoğraflarının duygusu, hikayesi uzun süre içlerinde kalacaktır.

Saliha İnecikli 

04.04.2022




31 Ağustos 2021 Salı

uludağ tarih

 


"Bilgi güçtür " sözü var ya hani. Çevirip çevirip bu ve benzeri soruları sorarlar; bilgi elindeyse güç senindir ya da güçlüysen bilgilisin demektir. Şıklara bakıp dururuz, hepsi aynı şeyi diyordur çünkü. Buradan başlar bir etiketleme, çocuklar kitap okumadığı için paragraf sorularını yapamıyorlar.  Sorularda hiçbir şey yoktur oysa. Gayet net ve kaliteli sorulardır (!)

 

Bu fotoğraf ile bu yazıya nasıl başlanır düşünmeden akla gelenleri yazalım ne çıkacak bakalım sonuçta...

 

Fotoğraf bu güne ait... 

 

16 yıl sonra bir devlet üniversitesinde, kat sayı olmadan, puanım kırılmadan ve en önemlisi istediğim bölümü okuyacağım nasipse.

 

İster istemez gözümün önüne geliyor lise sondaki Saliha. Bugün ekranda sonucu gördüğünde ilk üniversitesi gibi heyecanlanıp gözyaşı dökeceğini tahmin etmemişti. Evet, binlerce kişiyi mağdur eden bir zülüm vardı. Ama bu mağduriyetten beslenmeye de niyeti yoktu.

 

Evet… Geçmiş geliyordu perde perde..

 

Aileden bir tek benim istememle gittiğim imam hatip lisesinin ikinci sınıfında hükumet değişikliği olmuştu. Herkes gibi benimde başörtüsüne özgürlük, katsayı kaldırılması gibi hayallerim vardı...

 

Zar zor gittiğim dershane, son günlere kadar çözdüğüm sorular, perukla girdiğim üniversitesi sınavları ve kırılmasa puanım ile İstanbul üniversitesi fen edebiyat tarih bölümü okuyabileceğim ama okuyamadan kapanan sayfalar.

 

Sadece başka bir hayali olmayan üniversite okumak için gözyaşı döken gençleri hayal edin. Cidden öyleydim. Böyle hallerdeyken yürüdüğümüz bir taksim caddesinde, bizlere sözleri ile imada bulunan bir kadına denk geldik... Sadece mağazaya girerken geçebilir miyiz dedik.

 

Tabi tabi... her yer sizin her öncelik sizin önden siz geçeceksiniz artık. Sözlerinin pesine ne kastettiğini sorduk;

 

Hükumetin bizim olduğunu, her istediğimizi yapabileceğimizi söyledi. 

 

Ben okuyamıyorum dedim. Aç başını oku dedi. Ama kat sayı dedim. O zaman ben doktorum ses asla doktor olamazsın dedi. Atatürk seni böyle istemiyor dedi. O okumamızı istiyordu biz de okumak istiyoruz dedik. Eşim subay o ve onlar gibiler var olduğu sürece asla okuyamazsınız dedi, çekti gitti yanımızdan. Cidden bu kadın doktordu ve sokakta gördüğü ilk kapalıya bunları söyledi. Çünkü o doktor.. o bilginin sahibi(!)  ( ooo onlardan en çok var saliha dediğinizi duyar gibiyim.)

 

Sarıyer’de belediye değişikliği sonucu, yeni gelen belediye beni isten çıkarıp ama kapalılar çalışıyor dediğinde temizlik işçilerini gösterirken ki düşünce de aynıydı.

 

Havaalanında ilk başörtülüler çalışınca, bunlar her gün türüyor diye böcekten bahseden düşünce. Resimlerimizi çekip aralarında gülerken sosyal medyada bizleri paylaşırken düşünce de aynıydı. 

 

Bu yazımın altına yorum yapan bütün arkadaşlarım ile biz varız ya. Varız. Dün de vardık bugün de varız. Sizlerin etiketinden çok uzakta bizim dünyalarımız. Tesettür ile önce kötü düşüncelerin üzerlerini örtmeniz gerekiyor. Bunun görsellik önceliği yok ! 

 

Benim üniversite hayalimi başım kapalı, puanım kırılmış olarak özel bir üniversitede kısmen gerçekleştirdim elhamdulillah. Bunun kahramanları şuan yazımı okuyordur. Bugün benimle birlikte onlar da mutludur. Onların yeri cidden çok özel, ayrı.  Allah razı olsun.

 

Sadece kendi istediğim bölümü yıllar sonra da olsa okuyorum.

Okumak istediğim için okuyorum.

Sosyal medya biyografi kısmına tek tek yazmak için değil, diplomasını çerçeve yapıp asmak için değil... Bu ilmi, senin rızan için almak istiyorum hayırlısı ise nasip et diye yapılmış bir dua var başında. Sonucu görürüz nasipse.

 

Velhasil efendim korktuğunuz kadar vardık,  varız... 😎




12 Ağustos 2021 Perşembe

Yeni Muhafazakarlar 2

 


9 sene önce blogumda "yeni muhafazakarlar ve muhafazakar burjuvazi" başlıklı iki ayrı yazı yazmıştım. Seneler sonra durumun daha da vahim olacağı akla gelmeyecek bir şey değildi aslında. O zamandan bu zamana değişen kimliklerimize yeni yeni isimler eklendi evet.

Influencer; ...

Kendilerini, "sosyal medya ve dijital kanalları aracılığı ile herhangi bir ürün ya da servis hakkındaki yaşadıklarını, deneyimlerini takipçileri ile paylaşmaları yoluyla tanıtım ve pazarlama aktiviteleri yapan, belirli bir topluluğu etkileme ve yönlendirme gücüne sahip kişi" olarak tanımlıyorlar..

Güzel.  Tanıtın, para kazanın. Çocuklarınızı, anne babasınızı da kullanın. Kadın, erkek, çocuk  herkes yapıyor. Bu işi yapan "muhafazaklar" da var tabiki. Günden güne artıyor sayıları.  Peki nasıl yapıyorlar. Bize yansıyan kısmı ile;

Mesela; kolları ve boyu kısa (bilek üstü) bir elbiseyi sadece bulunduğu sitenin adresini verip paylaşmıyorlar. O alınıp ( (hediye ediliyor ve üzerine anlaşmalı bir fiyat verilip) giyiliyor, ona uygun lüx bir markanın çanta ve ayakkabısı ile kombin ediliyor.

Bu ürün sadece kıyafet olmuyor aslında çoğunlukla da kozmetik ürünü. Bilirsiniz kadınlar buna dayanamaz. Bir anda bu kadar çok ürünü nasıl kullanıyor yüzüne diye sorgulamadan inanıp satın alan bir grup var. Var ki, link paylaşımı devam edebiliyor.

Güzellik merkezleri ise her geçen gün artmakta. Ufak dokunuşların yer yer olduğu ama estetiğin asla olmadığı kızlarımız meydanlarda link vermeye devam ediyor. Yaşasın kimse yaşlanmayacak...

Bilek üzeri pantolonlar ve dizden epey yukarıda gömlekler şuan moda. Eğer uzunlar moda olursa kısa süreli onlar da paylaşılır.

Birsey diyeceğim... gelinligin nisanligin bile bilek üstü olanı cazip.

Annesi ile birlikte dans ede ede en çok tiklanacak videoları çekip paylaşanlar var. Evler, banyolar, tuvaletlerz yatak odaları mesela o grup da bi yandan devam ediyor paylaşıma. Konu dağılmasın ama geçen gördüğüm şeyi de paylaşayım araya. Bir çarşaflı hanım yüzünü asla göstermiyor ama bileginin üzerine parmakalarina degecek kadar hassas olduğu tesettürünü gösteriyor. Evinin her detayini paylaşıyor. Gittiği tatilde bir video çekmiş ve bu keşfete düşmüş ki başarıyı yakalamış. Yattığı yataktan baslayarak bir video çekmiş.  Domdom kurşunu çalıyor fonda da. Amacı ne olabilir? 

Iyi şeyler de var mesela; Artik koca topuzlu kafalar moda değil.... Ve bunu soran takipçilerine "nefsimle çok mücadele ederek bıraktım elhamdülillah" diyerek paylaşıyorlar.  Gülmeyin..

Bakıyorum  ben de bu hesaplara bakmasam nerden bileceğim.

He bir de zayıflamak... zayıfladıkça, ben de burdayım, artık sizin gibi giyinebilirim diye verilen tavizler...

Oje sürmek tesettür içine dahil mesela. "Çünkü ben tesettürü temsil etmiyorum herkesin özgür düşüncesi var.  Beni yargılamayın kendinize bakın" diyorlar. Haklılar da kendimize bakalım.

Peki, senin hedef kitlen kim?

Sana bu ücreti öderken ürün sahipleri, seni kimlerle buluşturmayı düşünüyor? Ya da sen her gün en bastaki tesetturunden taviz vere vere arttırdığın takipçilerin kimler ?

Bu gözler epilasyon tavsiye eden tesettürlüleri de gördü. Bu gözler "çocuğum sizi takip ediyor, benim sözümü dinlemiyor ne olur siz onu engelleyin  bari" diye çaresizce yazan bir anne ile alay eden o kızı da gördü. Ah ah..

Bu yapılan iş, mankenliktir. Mankenler bedeni ile para kazanır.  Bir ürünü alıp giyerler ve podyumda onu taşırlar. Insanlar da bunu beğenip alırlar. 

Şuan podyumlar instagram sayfaları olmuş.  Tutulan bir sürü profesyonel fotoğrafçılar ve studyalarda günlerce süren çalışmalar var. Ve mankenler nasıl cildine, kilosuna dikkat ederse bu hanimlar da o şekilde dikkat edip koruyorlar. Hepsi aynı değil elbette ama çoğunluk  bu şekilde.  Bu işin gerektirdiği olay bu. Bi tesettür firmasi bile ürünlerini tanıtmak için aradığı özellikler de bir manken özelliğinde. Reklamı da bu şekilde. 


Evet para tatlıdır. Aldıkça, kazandıkça insan daha çoğunu ister. Böyleyiz.

Artık lüks giyimlerin dışında lüks mekanlar da hızımızı kesmiyor. İçki satılan yerlerden alışveriş yapmamaya özen gösterenlere amaaaaannn ne olacak sanki diyoruz. Benim yazılarını takip ettiğim, yemek dergisini ilk çıkaran bir bayanın içkili ve haram et satan bir market zinciri ile ortaklık içindeki paylaşımını görünce takipten çıkardım.  Diyorum ya para tatlıdır. 

İçki satılan yerden rahatsız olmayanlar içkili ortamlarda yemek yemekten de rahatsız olmuyor. Tesettürü simgelemediklerini söylüyorlar ama mahrem yerleri örtülü olmadan denizde yüzenlerle bir arada yüzmekten de rahatsız olmuyorlar. Tam tersi neden buralara alınmıyorum diye rahatsız oluyor. Canım onlar seni ve hasemanı istemiyorlar...
Ve bizim canım ablalarimiz burada tesetturlu oldukları aklına gelip, bunu sosyal medyada yayınlayıp destek istiyorlar. Bir karar verin siz de artık.  Var mi yok mu tesettür.  Her satıra kaç kere yazdım ama yoksa başka kelime kullanayım ben de. 

Bir sitede otururken oranın kadın erkek ayrı havuzu arama gibi bi kriterimizin olması tuhaf değildir. Evet tesettürlü ya da tesettursuz insanlar neden burda yüzüyor diye bir olayın içine giremeyiz. Herkes istediği yerde yüzer. O senin kendi hayandır. Hepimizin açık kapalı arkadaşları ve birlikte yaptığımız tatiller var. Biz yanyanken bir sıkıntı yok ortak nokta bulunuyor. Ama ötekileştirme yapılmış cookk önceden.  Yazılmış duvara kocaman hasemayla girilmezzzz ‼️

Eveeet, değişmeler, tavizler, yeni dünya düzeni (!), bir çok kavramlar geliyor yerleşiyor hayatımıza. Bu zamanın sınavı da bu. Doyumsuzluk da çok geliyor aklıma. 

Ama şöyle  dönüp  baktığımda diyorum ki; ünlü olmak bilinmek de çok güzeldir. Ama sizin ortaya koyduğunuz hiçbir başarı yok. Sadece aldığınız haklar var. İçini bosalttığınız kavramlar var. Tesettürü maalesef sizden öğrenen kızlar var. Sizin gibi kapanmak istiyorum ablaaaa, diye yorum yazanlara sevinmeyin üzülün. 

Bir çoğu kendi markasını kurmuş bu hanımların ürettikleri ürünler tesettürlüler için. Modaya artık onlar yön veriyor. Onların üzerinde görüp gidip alıyoruz. Bu devran nereye gider bizim çocuklarımız neler görür neler ister bilemiyorum.

İçinde bulunduğum dernek ile aile üzerine bir sene boyuca eğitimler yaptık.  İçi boşaltılmış kavramlara değindik. Bir şey haram ise, onu yapanlar artsa da haram haramdır bu helal olmaz dedik. Sünneti hayatınızdaki sabiteler koruyun ve sürekli onları yoklayın dedik. Nacizane yine yineliyorum...


Bir sonraki "yeni muhafazakarlar 3" yazımda umarım daha güzel şeyler yazıyor olurum. Daha güzel günler görmüş oluruz. 

5 Mayıs 2021 Çarşamba

1442 Ramadhan

Genel de 14 günlük turlar daha makbul olurdu. Gönül uzun kalmak ister ama dünya koşturması orada da izin vermez. Mekke 7 Medine 7 olarak bölünürdü. Şimdiki umre turlarında Medine gün sayısı daha az. 

Kutsal topraklardan bahsediyorum evet. Ramazan deyince aklıma gelir hemen. Hiç bir Ramazan ayında orada bulunmak nasip olmadı ondan da olabilir bu yürek yangını. Ama niyette de o da sabit. Her umre, her ziyaret bir öncekinden farklı, feyizli, birikimli, eksiksiz olması için çok dua ederim. 

- Aynı şeyleri yapıyoruz işte.... diye etraftan gelen sesler gibi değil.  Öyle olunca turist geziyor gibi geliyor bana. Oysa Dünyada Müslümanların turist olmadığı sayılı yerlerden birisi de burası. Yine bir iş arası nereden geldi aklıma bunlar. Hemen not düşeyim tarihe diye oturdum bilgisayara. 

1442 Ramadhan ayının son günlerindeyiz. Kadir Gecesini arıyoruz. Öyle bir zamandayız ki. Herkesin evi itikâf... Veli babamız var bizim. İsmi ile müsemma olsun diye niyet eder koyarız ya isimleri. O niyetle konulmuştur herhalde. Çok nadirdir bu kadar ismi ile hemhal olan.. Eşim onun için;

-Ben kendimi bildim bileli babam ramazan ayında itikâftadır. (İskenderpaşa Cami)de.

Eşim kendini bildi bileli doğru. Çünkü Veli Baba 29 yaşından beri itikâfsız Ramazan geçirmemiş ... 71 yaşında vefat etti. Varın bu güzelliği tahayyül etmeye çalışın. 

Bir çocuk için nasıl güzel bir örnek. 

Diğer tarafta.55 yaşında vefat eden bir diğer babamız var. Hastalığının son evrelerinde Ramazandı. Camide ağrıları devam ederken cemaatine şöyle diyordu:

- Yüzüm bazen asık olabilir. Lütfen üzerinize alınmayın. Ağrılarım yüzünden elimde olmadan oluyor.. 

Elden ayaktan kesilene kadar diye bir tabir var ya. O ana kadar camisinde cemaatinin başında. Hastaneye yattığı gün kalkamamıştı ayağa bir daha...

İki güzel adam. İki hasret duyulan, yaşanmış ve yaşanmadan da özlenen zamanlar....

Ramazan..

Son günleri aslında umredeki gibi diyecektim.

Orada da her günü bir daha gelmeyecekmiş gibi yaşamak için gayret ve dua ederiz ya. 

Bu ramazan için de öyle. Son Ramazanımızmış gibi son günler, her günü Kadir gibi... Ne bırakırız yanımıza, ne bırakırız bugünün çocukları yarının büyüklerine... 


Her yazının ucunda ya özlem ya özlenen var. 


23 Ramadhan 1442 

10.43 

Bursa