Güneş yüzünü göstermeye, sıcaklığını hissettirmeye başladığında aklıma ilk gelen meyve erik olurdu hep. Yine öyle... Erik... Can eriği... Böyle tuza bandıra bandıra olanlardan hani. Çocukluk yıllarımın en zevkli zamanlarından biri de eriğe dalmak. Evet... Eriğe dalmak. Siz bilmiyor musunuz?
Önce arkadaşlar ile toplanıyoruz. Mahallede belirlediğimiz, bahçesinde her türlü meyve olan ve eriği en tatlı olan amcamızın bahçesinden içeri usulca sokuluyoruz.Elbette sokağın başında her ihtimale karşı duran bir gözcümüz hali hazırda beklemekte. Tişörtümüzü ağzımıza alarak oluşturduğumuz torbamızın içine erikleri yaprakları ile birlikte doldurmaya başlıyoruz. Arada ağzımıza da atmıyor değiliz. Ve çok nadir olsa da dal kırdığımız zamanlarda var hani. Bu olay süre gelirken hevesimiz;
- "Eriğe dalan vaaaarrrrrr." sesleri ile bölünüyor.
Suni poşetimizin içinden eriklerin düşmemesi için gösterdiğimiz uğraş hala anılarımda. :) Bir ağacın dibinde soluklanıp kalan erikleri bitirene kadar yiyoruz. Karnımızın ağrısını hissediyoruz ama daha karanlık çökmedi ki. O yüzden eve gitmeye gerek yok. Nerede bizim misketler!
Herkesin belirli çukur yerleri var zaten. Orada sıraya geçip misketlerimizi diziyoruz. Tabi ki en uğurlu bulduğum cicoz benim elimde onunla atacağım. Hoppp... Hepsi dağıldı. O da ne! Ezan okunuyor sanırım.
- Salihaaa!!!
- Tamam anne geliyorum.
Nasıl üttüm ama seni naber :)
Üttüğüm misketlerim ile eve dönebilirim artık..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder