30 Aralık 2013 Pazartesi

Trabzon'dan...


 
Annemle kardeşim Ekim ayında Trabzon'a gittiler. Düğün vardı aslında ve dolayısıyla mutlu bir gündü. Ama memlekete gidince her zaman hüzün ağır basar. Havası bile insanı hüzne sokmaya yetiyor. Bir de üzerine hatıralar eklenince.
 
Kardeşimin Trabzon - Dernekpazarı fotoğraflarında birkaç kare paylaşacağım sizlerle.
 
 
 
Çalışanlar köyü eski adıyla Kalanas.. Annemin köyü. Resmin en altında sağdaki tahta eski ev annemlerin evi. Şuan yaşayan yok içinde hatıralardan başka.




Trabzon merkezde bir çarşıdan...
 
 
 
Kambo. Yeni adını bilmiyorum:) Belki de yoktur. Teyzemin yeni evinden çekilmiş. Kambo diğer köylere göre çok yukarıda kalıyor. Ama manzarası yeşilliği havası hemen fark ediliyor.
 



Taşçılar.. Eski adıyla Zamano.. Burası da babamın köyünden bir kare. Patika bir yol.

 
İlk bakışta anlaşılması çok zor bir resim. Oradaki tahta bir musalla taşı aslında.. Bizim köylerde hemen hemen her aile cenazelerini bahçelerine defneder. Bu musalla taşında en son teyzemin cenazesini hatırlıyorum.. Çalışanlar köyü burası karşısı da ormancık köyü eski adıyla maqdanos...
 
Gördüğümüz klasik Trabzon fotoğraflarından farklı kareler oldu sanırım... Bunun için kardeşim Esra Karaca'ya teşekkür ederim. 

25 Aralık 2013 Çarşamba

Bir gün, Bir çay, Bir kahve...

Arkadaşımızın mutlu günü için tatlı telaşımız vardı.. :) Bu yüzden de malum adres Eminönü'nde soluğu aldık...

Marmarayı ilk defa kullanarak, Sirkeci'ye geçtik. Sirkeci-Eminönü arasında yürürken göz ucuyla bir cafe dikkatimi çekti, içerisi güzeldi sanki.. Kapıya atılan iki masayı görünce hıımmm benlik değil dedim. Sevmiyorum dip dibe yoldan geçenlere bakarak yemek yemeyi, bir şeyler içmeyi.

Kumaşlar, süslemeler, soğuk hava, sıcak dostlar, keyifler yerinde.. :)

Eminönü'ne gidip de Mahmutpaşa'ya çıkmamak, e o kadar gitmişken Kapalı Çarşı'ya da uğramamak olmazdı..

Kaç kere gitmişimdir Kapalı Çarşı'ya... Ama hep bir yoğunluk, hep bir koşturmaca. Bu sefer biraz soluklanalım dedik. Diyetisyen arkadaşımızın tavsiyesi ile "Tarçınlı Çay" içtik. E ne var bunda demeyin.

 

Tarih kokan bir mekandasınız. Çarşı'nın sokaklarında gezerken, buralarda neler yaşanmış diyor insan. Takı sokaklarında gezerken de, üst katlarda değerli taşları işleyen insanları düşündüm hep.

Böyle bir ortamda, bakır tepsilerin içinde, daha önce koşturmaktan fark etmediğiniz değişik bir tadı yakalıyorsunuz.. :)

Daha sonra Eminönün'e kalan işlerimiz için geri döndük. Yemekten sonra bir yorgunluk kahvesi içelim dedi arkadaşlar.. 

Eminönü'nün girişinde dikkatimi çeken cafeye gittik :)  Brew Caffe Works..

Cape Town'lu bir garson karşılıyor bizi güler yüzüyle.. Muhteşem kahveleri o hazırlıyor.

 

Mekan, dekorasyon, kahveler, fiyatlar.. Gayet iyi. Belli bir tarzı yok gibi.

Eski ile yeni, doğu ile batı arası bir mekan.

Lattesini denedim. Gayet iyi.. (Su bardağında gelmesinin dışında :) )
 
Arkadaşımdan aldığım bilgilere göre diğer kahveleri de oldukça başarılıymış.. Ve tiramisu da ...
 




Eminönü'ne gittiğinizde bir uğrayın derim. Ya da sadece görmek ve kahvelerini denemek için de gidebilirsiniz.. :)

 

16 Aralık 2013 Pazartesi

Bol

Beni çokça etkileyen durumlardan birisidir idam..
Uykularımı kaçıran... Acizliğimi, acizliğimizi hatırlatan.. Bununla yüzleştiren..

İdam sahnesiyle başlayan bir film;
Bol.  
Pakistan yapımı olan filmin İmdb puanı da oldukça iyi 8.1/10

Müslüman bir kızın idamındaki son isteği, bütün hayatını basın ile paylaşması.
Film böylece başlar.

6 kız çocuğu olan bir babanın (eşinin toplamda kaç çocuk doğurduğunu tam hatırlayamadım.) erkek çocuğunun olması inadı..

Eşini sadece çocuk doğurmak için yaratılmış bir makina olarak gören bir adam.. Ve en acısı bunu düşünürken, düşüncesini dine dayatması.

Çift cinsiyetli bir çocuğun böyle bir ailede, toplumsal baskıların yoğun olduğu bir ülkede nasıl yaşadığı, (Seyfullah'ın gözünden baba-erkek-adam tanımı, çaresiz bakışları da unutamadığım sahnelerden)

Hindistan-Pakistan arası spor müsabakaları, ( Kızlar ile babasının buradaki diyalogları aklımda kalan sahnelerden)

Şii-Sunni gerilimi,

Dört duvar arasından çıkmaya çalışan kızların dünyası,

Haram bir para ile başlayan kördüğüm olayları... Kendine fetvalar veren, dini istediği gibi yorumlayan Hekim'in sonu... (Manzar Sehbai... Gerçekten iyi bir oyuncuymuş.. Kendisinden nefret ettirebiliyor üstlendiği rol ile)

İyi seyirler...

6 Aralık 2013 Cuma

Böyle bir hal

Ne uyandırıyor pek bilmiyorum ama şuan;
Böyle bir hal,
Böyle bir ses,
Böyle bir duygu,
Böyle bir buğu...




Rashid Behbudov
Gülebilmez Gülüm Bahar Sensiz

1 Aralık 2013 Pazar

Majid Majidi

Bir film furyasıdır gidiyor bende..

Ama merak ediyorum kültürlerini diye en başından demiştim.. 

Geçenlerde bir İran filmi paylaşmıştım.. Genelde bir tane ile bırakmam bir süre devam ederim. Eskileri yenileri izlerim. Şarkıları, kültürleri, devleti, kıyafeti öyle de uzar başlıklar... :)

Bir tavsiye, bir isim, bir görüntü ile kaybolabilirim derinliklerde. 
Majid Majidi... İran'ın en ünlü yönetmenlerinden.. Benim kendisini tanımam çok geç oldu. Filmlerini izleyenleri şanslı görüyorum.

Sinema bölümü öğrencisi olan bir arkadaşımın tez konusuydu. Bir sohbet esnasında bahsetmişti.

İyi ki de bahsetmiş. Siz de filmlerini izleyince büyük ihtimalle aynı şeyleri düşüneceksiniz..

Bu adam için acıyı tam içinden yakalıyor diyebilirim. İlk izlediğim filmi (İran filmlerine ilk başladığım film aynı zamanda) ;

  • "Cennetin Rengi" (1999)
Kör bir çocuğun dünyası diyeceğim ama.. O mu göremiyor biz mi, filmin sonunda düşündürüyor.. 

Gözden kalbe uzanan Muhammed'in hikayesi.. İlk sahnelerinden son sahnelerine kadar hüznü yaşatan muhteşem bir film. 

Yatılı bir okulda okuyan Muhammed yaz tatili gelmesiyle, ailesinin ve özellikle babaannesinin yanına dönmek için sabırsızlanmaktadır. Muhammed'in farkında olduğu bir şey vardır. Babası Muhammed'i istememektedir.

Filmin başlarında okula gelen babasının eline sarılıp da "Gelmeyeceksin diye çok korktum" dediğinde filmin sonunu nasıl getireceğimi düşünmüştüm. 

Filmin diğer başrolü hiç şüphesiz Muhammed'in babaannesi. Muhammed'e olan sevgisi, merhameti.. Gerçek bir babaanne. Doğallık abidesi.

Muhammed'in marangoz ustasıyla geçen diyalogları da filmin diğer önemli yerleri arasında.

Son sahne ise, kafamda hep başka türlü sonla bitirdiğim bir film olarak kalacak. 

  • "Cennetin Çocukları" (1997)

Film ile ilgili görsellere baktığım zaman, ağlamaktan bir hal olacağım diye düşünmüştüm. "Çocukların bakışları, ne acı bu ya" diye bir ön yargım vardı..

Evet acı ama, öyle güzel yakalanmış ki.

(Filmlerde etkilendiğim ve ön plana çıkan sahneleri genelde yazmak istemiyorum.. İzlerken o sahneyi bekliyormuş gibi oluyorum ben :) siz de öyle olmayın diye yazmıyorum.. Öyle de içimde kalıyor, biraz çıtlatıyorum.)

Filmin konusu için hangi özet kelimeyi kullanabilirim diye düşünüyorum. "Bir çift ayakkabı" desem, duygusu eksik kalacak. Umut var, fakirlik var, dürüstlük var, masumiyet var... Bir çift ayakkabıyı ortaklaşa kullanan iki kardeş; Ali ve Zehra var..

Yönetmenin ne kadar güçlü olduğunu bir de çocuklardan anlıyorum. İzlerken gerçekten "Cennetin çocukları" diyesi geliyor insanın. 

En etkileyici sahnelerden birisi de; Ali'nin katıldığı atletizm müsabakası.. Bu müsabakada Ali'nin 3. olmak istemesi. Çünkü 3. lük ödülü bir çift ayakkabı. Yarışma sonucunda 1. olan Ali'nin yaşadığı "Kazanmak bazen kaybetmektir" duygusu.


  • Baran (2001)
Sovyetlerin Afganistan'ı işgali ve sonrasında Afganistan'da başlayan iş savaşlar ile İran'a göç eden insanlar..
İran'da zor şartlarda yaşamaya çalışan Afgan göçmenler.

Bunlardan birisi Baran'ın ailesi. Baran'ın babası, bir inşaatta çalışıyor ve iş kazasından dolayı artık çalışamayacak durumdadır. Yerine kızı çalışmaya başlıyor. Ama Baran olarak değil Rahmet olarak. Yani erkek kılığında. 

İnşaatta Rahmeti kendine rakip olarak gören Latif çıkıyor karşımıza. Ancak Rahmet'in Baran olduğunu anladığında işin rengi değişiyor. Latif Baran'a aşık olur.

Baran rolünde Zehra Bahrami oynuyor. Tek kelime etmeden, bakışlarıyla, iffetiyle... Süper bir oyunculuk. 
İnşaat ustası rolünde ,Majid Majidi'nin diğer filmlerinde de oynayan Mohammed Amir Naji kendisine hayran bıraktırıyor. 
Latif rolündeki Hosseini Abedini... Tam bir delikanlı bir parlayıp bir sönen, hırslı, aşık, fedakar..

Filmdeki kesitlerde, Latif'in ayakkabıcı arasındaki diyaloglar çok etkileyici.

Arap, Fars, Azeri, Kürt, Türk izleri var filmde.

Yağmurla başlayıp, yine yağmurun bir ayak izini silmesiyle bitiyor film.

  • Serçelerin Şarkısı (2008)
Muhammed Amir Naji'nin başrolde oynadığı Serçelerin Şarkısı da Majid Majidi'nin önemli baş yapıtlarından.

Başrol Kerim, deve kuşu çiftliğinde çalışmaktadır. Bir gün çiftlikten deve kuşunun kaçmasıyla, Kerim'in işine son verilir. Kızının işitme cihazını tamir ettirmesi gereken Kerim, Tahran'a gitmesiyle hayatındaki değişikleri başlar.

Samimiyeti, dürüstlüğü, aile kavramını en güzel örneği ile bulabileceğimiz bir film..

Kerim'den birkaç sahne paylaşmak gerekirse; Deve kuşu kılığına girip kaybolan deve kuşunu aradığı sahne :)

Bir diğeri de helal ve haramı ayırt edeceğimiz erik sahnesi :)

Filmin diğer önemli oyuncuları başta Kerim'in oğlu olmak üzere köyün diğer çocukları...

Köyde bulunan bir depoyu temizleyip, balıkların yaşayabileceği bir hale getiren çocuklar...

Japon balıklarını taşıdıkları kabın patlamasıyla etrafa savrulan balıklar... 

Çaresizliğin okunduğu o masum bakışlar..

Türk ve Azeri müzikler yine çok başarılı.

Her şartta mutlu olmaya çalışan insanlar izleyeceğiz bu filmde..


Majid majidi' den geç kalmış bir paylaşımdı bu.

İyi seyirler...