29 Kasım 2012 Perşembe

Yeni Muhafazakarlar


Muhafazakarlık gündemin vazgeçilmez konusu bazen de malzemesi. Geçtiğimiz günlerde   televizyonda  denk geldiğim bir program da konumuz ile aynı ismi taşıyordu; Yeni muhafazakarlar… Biraz izlemek istedim. İki tesettürlü kız muhabirin sorularını yanıtlıyor, arada son günlerin muhafazakar isimlerinin yorumları ekrana yansıyordu. “Jeep’e binen tesettürlü bayanlar ve giyimleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz.”  sorusuna yüzünde kat kat makyajdan mimikleri tam belli olmayan tesettürlü (!) kız şöyle yanıt verdi: ” Yani herkesin bir refah seviyesi vardır. O kendini jeep içinde rahat hissediyor olabilir. Ben de kendimi bu şekilde rahat hissediyorum. O yüzden böyleyim İslam’da birçok kural var aslında hepsine uymamız gerekir. Ne diyeyim Allah bizi ıslah etsin.”  Dedi ve güldü.

Kız çok doğru ve yalın bir şekilde kendini ifade etti. Bu düşüncede olan ve kendini bu şekilde ifade etmeyen çok kişi var maalesef. Ben jeepe binen Müslümanların yargılanmasından yana değilim. Bu onun bir hakkıdır şüphesiz. Tevazu gösterip binmemesi takvasını gösterir. Ülkemizdeki Müslümanları yargılıyoruz çoğunlukla. Gelir seviyesi ile doğru bağlantılı olarak. Arapların yaşayışı o kadar batmıyor gözümüze. Konu oraya gelince kültürlerine, refah seviyelerine göre yorumluyoruz. Müslümanları, belli bir temele oturtup değerlendiremiyoruz.

Zenginleşen Müslümanlar, kendilerini yeni bir kimlik ile tanımlamayı seçiyorlar her nedense. Genç muhafazakarlar, yeni muhafazakarlar, modern Müslümanlar, ılıman Müslümanlar... Tek başına Müslüman kelimesi nasıl yetersiz kalır aklım almıyor. Bana öyle geliyor ki, İslam’ın temel rükünlerinden taviz verdiğimiz için seçiyoruz bu kelimeleri. Bu bazen örtümüze takmadığımız iğne, çeşitli nedenler ile giymekten vazgeçtiğimiz çarşaf olabiliyor. Seçtiğimiz yeni başlıklar ile biz de başlatıyoruz “ötekileştirmeyi”.

Buradaki bir diğer konu “İslam’da Moda”.  Peki İslam’da moda var mı? Devamında aklımıza Müslüman şık olmalı sorusu da geliyor aslında. Tabiki İslam’da moda diye bir şey yoktur. Tesettür esastır. Üzücü olan bunu bilip de uygulamada hataya düşmek.  Artık hepimiz İslam’ı “bana göre” diye başlayan cümleler ile açıklar olduk. Günümüzde bu konu, her gün çeşitliliğini arttıran örtünme şekilleriyle bayanlar üzerinden ilerlemekte. Tesettür ile en büyük muhafazayı kadınlar üstlendiği için sanırım. Şöyle bir tezatlık da yok değil aslında. Genelde tesettürlü bayanları eleştirenler, kendilerini muhafazakar erkek tanımında gören beylerde oluyor. Muhafazakar erkek boyutuna hiç girmek istemiyorum. Eleştiren erkekler öncesinde kendi muhafazakarlığını içlerinde masaya yatırmaları gerekir.

Çarşaflılar, pardösülüler, şallılar, tunikliler, iğneliler, iğnesizler, boneliler, bonesizler, sıkma başlılar… Hatta öyle çeşitlilik var ki gördüğümüz bayanları; oturdukları semte, bağlı bulundukları cemaate, okudukları okullarına göre bile seçebiliyoruz. Önceden “inancım gereği örtünüyorum” cümlesinin yerini “böyle kendimi iyi hissediyorum” aldı. Herkes kendince bir şeyleri muhafaza ediyor muhakkak. Ama neyi, nasıl muhafaza edip, tanımladığımız noktasında düştüğümüz bu çeşitliliği sorgulama vaktimiz geldi.



30 Ekim 2012 Salı

Gözlemledim...

Çok şükür... Hastane günlerimiz son buldu.
En azından yatılı olarak kalmıyoruz. Bir aydan fazla bir süreyi alan bu günlerde dikkatimi çeken onca şey oldu ki. Sadece bir kaçına değinmek istiyorum. Sizce de öyle mi acaba?

  • Bir kere tıp okumanın havası hiç bir meslekte yok arkadaş! Tramvayın içerisinde giyiyorsun önlüğünü, hatta çıkarken de steteskopun boynunda önlüğün üzerinde yine tramvaya gidiyorsun. Orada istersen çıkar istersen eve kadar öyle git. Mahalleli desin ki; bizim doktor geliyor. Ama bunlar neden?yoğunluktan... Çıkarmaya vaktimiz yok, biz hayat kurtarıyoruz(!)...
  • Bir çoğunun suratsız olmasının sebebini de çözemedim. Sanırım o da uykusuzluktan ve yorgunluktan. E iyi de arkadaşım, doktorsun yani. Zorla okutulacak bir bölüm de değil hani. Neden seçtin diye sorarlar adama?
  • Hastane sisteminde her bölüm içinde hiyerarşik bir sistem var. Mesela hasta bakıcılar.. Ben eminim ki onların da bir profesörü, bir uzmanı, bir asistanı var. Hele bir de bahsettiğimiz hastane araştırma hastanesi ise... Günde o kadar çok hasta geliyor ki bunlar normal vakalar değil. Adamlar üç beş bir şey kapıyor. 
  • Hastane kayıt evraklarını dolduran şahıslar, inşaat mühendisi olan birisini ev hanımı, gelir uzmanı olan eşini serbest meslek, Çaykara olan doğum yerini Rize yazabilecek kadar farklı bir görüş açısına sahipler. Hatta bu şahıslar biraz daha ileri gidip az önce evli olan kişinin diğer evrağındaki medeni durumuna bekar da yazabilirler. 
  • Hafta içi her dakika kapınızı öğrenciler açabilir. (çalar demiyorum açar, onlar çaldı sanıyorlar.) Sizinle anket yapabilir, biraz sabrınız zorlanır ama  yardımcı oluruz evelallah. 
  • Kalem koleksiyonu yapan tipler var. Önlüklerin üst cepleri sıralı böyle. Odaya giren önce o kalemi çıkarıyor. Boş da olsa, kullanmasa bile o tepesindeki açma yerine ortalama 10 defa basıp gidiyor. Bu da bir kural sanırım. 
  • Son sınıf öğrencilerine bir hasta yanlışlıkla -hemşire hanım! diye seslenmeye görsün. İnce ama baskın bir sesle hemen cevap gelir. -Ben hemşire değil, doktorum, doktor.... (Boşuna mı okuyoruz onca yıl. ) 
  • En çok hoşuma giden yerlerden birisi ise; Şimdi uzun zaman yatınca, az çok ne ne değildir diyerek internetten de araştırma yapınca biliyorsun bazı şeyleri. Dikkatsiz olan asistana - bu hastalığın adı bu değil, ya da - tahlil isterken şu değeri de almanız gerekmez mi?.. diye önerdiğiniz zaman genelde sizi bozar. Çünkü o doktor... Sonra vizit sırasında uzman asistana - şu değeri de almanız gerekirdi(Hastanın bahsettiği değer) - Bu hastanın hastalığı bu demek değil ki (hastanın dediği teşhis) .... İşte o an asistan hasta ile asla göz göze gelmez... :) 
  • Bir araştırma hastanesinde flash diskin giriş yeri dahi olmayan onca bilgisayar vardır. Ultrason cihazları ise tarihin ilk ultrasonu. Hani ilk bulunmuş numune olarak oraya getirmişler. Dedim arkadaşlar bir müze açalım, bunu da girişine koyalım o derece. 
  • Tamam teknolojide geride kalmışsınız. Devletle alakalı bir sıkıntı da olabilir. Ama bu fişle çalışan otopark sistemi de neyin nesi. Sana bir fiş verecekler, içeride kaç saat olduğunu anlayarak o saate göre ücret alacaklar. Bir de o fişi unutsan bilmem kaç misli para ödeyeceksin. Abooo... Ee içerideki ultrason M.Ö. 700 vs. vs. vs.
Şaka bir yana. Doktorluk kutsal bir meslek olabilir, sabır gerektirebilir, insanlarla uğraşmak kolay olmayabilir... Ama yaptığın olumsuz davranışı,  hasta konumunda olsan da sana yapılsa, ya da yakınına?
Doktorları severim arkadaş... Haddini aşanlara cevabı verilir elbet. Onların bizden tek farklı sıfatı var doktorluk, ama senin insanlığının yanında pek işe yaramıyor. Birçoğu böyle olsa da, genelleme yaparak iyileri harcatmam... Benimkisi naçizane gözlem yazıları :) 

8 Ekim 2012 Pazartesi

Buradayım

Her hastanenin kokusu farklıdır bence. Bir Çapa ile bir Cerrahpaşa mesela. Aynı değil. Ya da yaşanılanlar o kokuyu aldırmıyor sana. Mesela acı kokar bir Cerrahpaşa. Ölüm acısı.
O nasıl bir koku derseniz,
almadı ki burnunuz nereden bileceksiniz derim.
Bebeğini yeni kucağına almış bir anne için belki de cennet kokar Cerrahpaşa. 25 yıl önce anne ve babam için de öyle olmuştur muhtemelen.

Hapiste neler yapar insanlar diye hep merak etmişimdir. Dört duvar arası 10-15 kişinin olduğu, demir yığını ranzalar ve parmaklıklar ardında. Ne yapabilir insan?
Hastane de benzer şekilde. Hele bir de tek kişilik odaysa. Her gün aynı saatlerde benzer menü ile gelen yemekler, ardından yerleri paspaslayan temizlik görevlileri, ateş ve tansiyon ölçmeye gelen hemşireler.
Çat kapı giren,doktor,uzman,asistan ve öğrenci sürüsü. Merak ve umutlu bakarsın ağızlarından çıkacak her kelimeye.
Bunun dışında yine gözü kapıda olur insanın. Kim girecek aydınlatacak bu odayı. Kim bir teselli verecek güldürecek bu yüzü.
Zor, zor ki sabır geliyor imdada.
Zor ki sevdiklerin geliyor aklına.
Akşam daha sakindir ortalık sabaha nazarla. Odanın penceresinden bakarken İstanbul'un bir yanına, bağırmak gelir içinden. Sesinle durdurmak istersin; arabaları, bu gürültüyü, yanan sönen tüm ışıkları.
Durun! Söyleyeceklerim var. Biliyor musunuz aslında ben, benim, yani...
Olmadı, gelmedi cümlelerim. Devam edin, yansın tüm ışıklar, konuşsun tüm susanlar.
Bir bunalım, bir isyan değil bu. İzahı kelimelere denk gelmeyen bir durum.

Yaşanılan her olayın birebir muhatabı olmasam da dahilim. Buradayım. Çapa'da. Görüyorum; acıyı, kederi, mutluluğu, umudu, bekleyişi.
Her şey bizim için, şer içindeki hayır da. Hayır içindeki şer de.
O diyor ki, sabret... Sabret ki kurtuluşa eresin.

Not: Tek kişilik bir odada ne yaparsın demiştik,
tefekkür edersin bol bol.

İ.Ü. Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi
06.10.2012
11:30

26 Eylül 2012 Çarşamba

Yaşıyoruz...

Bilmem kaç milyar insanız şu hayatta...
Doğduk büyüyoruz. Ve yaşıyoruz. 
Her geceye uyuyor, her güne uyanıyoruz.
Bazen günleri geceleri birbirine karıştırıyoruz ama yaşıyoruz. 
Bazen sadece biz varmışız gibi,
Bazen o günün tek mutlusu biz mişiz gibi,
Bazen de o günün ve tüm günlerin en mutsuzu biz gibi. 
Çoğu zaman bencilce belki ama yaşıyoruz.
Hayat bana bunu da yaptın ha! diye sitemler savurup sonra hayattan,zamandan bekliyoruz yeni güzellikleri.
Ne inandığımız belli, ne beklentimiz.
Bir gecemiz mutlu olsun, dünkü üzüntüyü unuturuz. Ha, bu kötü mü? Elbette değil. Üzülme! Ama unutma da.
Bir tek sen yoksun bu hayatta genç. Bir tek seni üzen de, e tabi mutlu eden de. 
Yaşa, ama bencil olma. 
Ve her gece uyumadan önce vicdanını yanından ayırma. 

23 Eylül 2012 Pazar

4 Ağustos 2012 Cumartesi

yeni yaş, yeni yaşam ve yine ramazan

25 yıl önce Fatih'te dünyaya geldiğim doğru. Yani hastane oradaymış canım. Aslında benim yaşam yerim Sarıyer'di. İlk adımım, ilk kelimelerim, ilk anlamlarım...
Ve 25 yıl sonra yeni bir ilçede yeni bir yaşama başladık.
Bu yer, bu belde hakkımızda hayırlı olur inşallah. İçerisinde bulunduğumuz ay itibariyle 25 yılı da geri de bırakmış bulunuyorum. Bir yanımda çeyrek asrın yorgunluğu varken diğer yanımdan dökülen safralar ile rahatlamaktayım.
Yine bir Ramazan'a erişmenin mutluluğu ile de herkese selamlar.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Tuzda Saklı Lezzetler

Hiç yememiş olmama rağmen günlerdir aklımda olan bir yemek vardı. Tuzda Tavuk ya da Tuzda Kuzu...
Geçen gün toplantımız Hatay Sofrası yakınlarında gerçekleşti. New York Times'in "İstanbul'da Ziyaret Edilmesi Gereken Yerler" listesinde de yer alan Hatay Sofrası için bu işin piri diyebiliriz. Yöresel tatlar, salatalar, çorbalar, mezeler, kebaplar, pilavlar ve daha fazlası.... 


Çoğunluğu araplardan oluşan geniş bir müşteri kitlesi bulunmaktadır. Denediğim lezzetler içerisinde mezelerine, arasıcaklarına kefilim :) Ben kuzuyu hiç sevmem ama bu zamana kadar böyle lezzetli et yemedim :)
Ayrıca şerbetli tatlılardan pek haz etmesem de künefesi enfes... :) 

Uzatmayalım... Adres bilgileri aşağıda. Gidin ve deneyin. Sonra yorumlarınızı bekliyorum. :)


11 Mayıs 2012 Cuma

30 Mart 2012 Cuma

Böyle bir hal




Geçtiğimiz haftalarda Göksel Baktagir ve İstanbul Sazendelerini canlı dinlemek nasip olmuştu. Gerçekten muhteşem bir grup. Her nota ayrı ayrı konuşuyor gibi... Tavsiyemdir.

23 Mart 2012 Cuma

Senin Kıblen Neresi?

Hayatımızın kıblesi neresi?
İnsan nereye yüzünü dönüyor? Nereye bakıyor?  Nereden emir alıyor? Nereye hesap veriyor? İlk kime selam verip yola çıkıyor? Hayatındaki bütün okları nereyi gösteriyor?

Bir hata yaptığı zaman aklına gelen ilk şey ne olur ki?
-Annesi ne der mi?
-Bir adımız var bu da kirlenmesin, mi?
-Ya da kıbleye kimi koyduysa, kimin-neyin etrafında tavaf yapıyorsa, neyi düşünüp uyuyor ve uyanıyorsa o mudur onun hayat felsefesi ?

Bunu ben kendime sorup cevap bulacağım inşallah. Ama sürekli her işte, her nefeste sorgulamak gerekmez mi? Herkes bir hayat felsefesi, bir yaşam koçu tutturmuş gidiyor... Senin hayatını belirleyecek olan para ile tuttuğun birisi midir?

Sorun sadece bu değil elbette... "Sen neye hizmet ediyorsun?" bu çok önemli. Dilin kalbini destekliyor mu?

Bu aralar aklıma takıldı biraz bu... Kısa bir not gibi tarihe düşmek istedim. Burası zaten benim not defterim, günlüğüm :)

23 Şubat 2012 Perşembe

Gözyaşı

Küçükken, ağlayınca uykum gelirdi benim. Herkeste bu böyle midir merak ederdim. Ağzımı açabildiğim kadar açıp, ağlamak...  Gözyaşlarım ağzıma girdiğinde anlardım ağzımın sonuna kadar açık olduğunu.

Gözyaşı; omurgalıların göz boşluğundaki bezlerin salgıladığı berrak, tuzlu sıvıya verilen isimdir. Böyle bir kısa tanımı var... Biz insanlar için de bu böyle midir?

Ben mesela; yine küçükken yine ağlarken konuşamazdım... Sonra büyüdükçe, derin derin nefes alıp (boğazdaki düğümleri geri itmek için) konuşabildiğimi fark ettim. Ağlamak zor değil artık. Öyle aman aman şeylerin olmasına da gerek yok. Hani derler ya "derisi kalınlaşmış"... İnsanın derisi kalınlaşmaya görsün, fark etmese de süzülür gözünden yaş...

Gözyaşı iyidir, güzeldir. Her duygunun bir kelime karşılığı yoktur ama bir gözyaşısı vardır. Erkekler ağlamaz diye bir şey de yoktur, güçlü durmaya çalışan insanlar vardır. Ve her insanın bir hirası vardır. Sen, ben görmesem de orada muhakkak ağlıyordur. Ağlayan insan vicdanlıdır, merhametlidir. Korkma o insandan... Geç olsa da ağlayabildi ya!

İnsanın gülen gözlerini gözyaşları soldurmaz. O yüzden ağlayanları susturmayın. O gözler, yaşlar dinse de gülmez. Belki birgün sevinç gözyaşları ile gülemeyeceğini de kimse iddia edemez. :) Gönül gülmekten yanadır ama annem der ki; gülmek ilan ağlamak kardeştur.

2 Şubat 2012 Perşembe

Böyle bir hal





Bazen adalarda yaşamak istiyorum. Küçük beyaz bir ev, önünde sepet olan bir bisiklet, bez bir ayakkabı, uzun bir roman, boş bir defter.

24 Ocak 2012 Salı

Bir hikaye

" Hasan: Hikayen ne anlatıyor?

  Emir: Büyülü bir kap bulan adam hakkında, içine ağladığı zaman göz yaşları inci oluyor. Çok yoksul bir adam, hikayenin sonunda onu bir inci dağı üzerinde otururken görüyoruz. Elinde de kanlı bir bıçak var, ölen karısı kucağında duruyor.

 Hasan: Yani onu öldürmüş mü?

 Emir: Evet Hasan.

 Hasan: Yani ağlayıp zengin olabilmek için mi?

 Emir: Evet, çok zekisin.

 Hasan: .....

 Emir: Ne oldu?

 Hasan: Şimdi sana hikayen ile ilgili bir soru sorabilir miyim?

 Emir: Elbette.

 Hasan: Adam karısını neden öldürmek zorundaydı?

 Emir: Çünkü gözyaşlarının her biri inciye dönüşüyordu.

 Hasan: Evet ama neden gidip küçük bir soğan kesmemiş??"

Khaled Hosseini'nin Uçurtma Avcısı filminden bir sahne... 10 yaşlarında iki çocuğun diyaloğu... Size ne anlattı bilmiyorum ama ben çok derinlere itti.

8 Ocak 2012 Pazar

08.01.2012


Onların Rabbi kendilerini katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve içlerinde tükenmez nimetler olan cennet ile müjdeler. / Tevbe-21 (Sultanahmet Camii)
Esra Karaca

7 Ocak 2012 Cumartesi

Kaç elif miktarı susman gerekiyorsa o kadar sus!

Her birimizin bu hayattan farklı beklentileri vardır. Ama bir yerlerde ortak nokta bulmak istesek, bunlardan birisi huzur olabilir.
İnsan huzurlu olmadığı zamanlarda sorgular hayatı, yaşadıklarını... Ya da huzurlu olduğu zamanı anımsar. Huzur nasıl geldi ve nasıl gitti...
Benim hayatımda huzur olarak hatırladığım zamanlar 6-7 yaşlarım. Babam ile sabahın erken saalerinde, elimizde böreklerle limanın başına yaptığımız yürüyüşler geliyor. Huzurun gittiği an ise; etrafımda ve benim yaşadığım olayların sebep-sonuçlarını idrak edebildiğim zamandı.
Bu yüzden hep huzursuz değilim elbette... Ben de sorguluyorum. Neden, nasıl,niçin? hepsi gelip gidiyor...
Canımız yanıyor çünkü. Ama hayat böyle gitmez ki. Geçtiğimiz günlerde bir sosyal paylaşım sitesine şöyle bir gönderide bulundum.


" Dünyada canınızı yakan insanlardan intikam alma gibi bir derdiniz olmasın...

Birgün o insanla karşılaştığınızda;

SİZ- Ya Hacı bir şey sorucam!
O - !!!
SİZ- Sen ahiret gününe inanıyor muydun?
O - ???
SİZ- İnansan da inanmasan da, o gün seni bekliyor olacağım..

Diyin ve yürüyün... Dünyadayken bu teklifinize verdiği tepki (yüz ifadesi), ahiretteyken de ona vermeyeceğiniz kul hakkınız size yeter. :)"



Şaka bir yana, boşver. Evet boşver. Eğer vicdan muhasebeni yaptıysan, boşver.
Şarkılar dinleme, içkiler içme, içine içine çekme sigaraları, dönüp dönüp aynı tastan yediğin kardeşinin gidişini hatırlama... Durup durup yârinin sana verdiği sözleri hatırlama. Gitmek! Zor olsa da senin için, o almış ve uygulamış arkadaş...
Eğer ahirette kazanmak istiyorsan sus!. Kaç elif miktarı susman gerekiyorsa o kadar sus!
Dua et onun için de kendin için de...
Saçmalamıyorum.. Et duanı onun için de et.
Çünkü senin tanıdığın kız değil artık o. Sana kendini farklı tanıtmış. Ve bunu başkasına da yapabilir. Ona da zarar verebilir. Allah ıslah etsin de. Kolay mı bu kadar? Hayır değil. Ama imkansız da değil. Hayat sadece yediğin kazıklardan da ibaret değil. Ve sen sadece bu dünya için yaşamıyor olmalısın.
Anma adını dua dışında. Saçma şarkılar da dinleme :) Twitte büyük sözler söyleme :) İğneli iletiler gönderme :)
Gülüyorum çünkü yapıyorsun. Bu kadar basitte yaşıyorsun. Huzur bu değil. Bu beden de senin değil. Ona zülmetme.
Son mesaj : Etrafımda bunalımlı insanlar görmek istemiyorum artık...