Son anda bindiği vapurda, gidiş yönün tersinde boş bulduğu ilk koltuğa oturdu..
Hep kendisinin en son bindiğini düşünürdü. Sağ omzunun hizasından gelen insanların telaşlarını bakmasa da hissedebiliyordu. Son binen o değildi. Vapurun yarısı doluydu hemen hemen. Şöyle bir etrafa baktığında sağında sarı saçlarının yarısının yüzünü kapattığı bir anne, ikiz çocuklarıyla baş etmeye çalışıyordu. 4-5 yaşlarında olan ikizlerden uzun boylu olanı ile göz göze geldi. Biraz da uslu durmasını ima eder bir gülümseme gösterdikten sonra önüne döndü. Hala kapatmadığı şemsiyesini kapatarak, ayaklarının yanına sularının süzülmesi için bıraktı.
Bu sırada, gözü iskelenin duvarında, Osmanlı'dan kalma olan iskele ismine takılmıştı.
Giderek uzaklaşan yazı, uzaklaştıkça iskelenin çevresindeki küçülen insanlar arasında kayboldu kahramanımız.
Buz mavisi, boyunun iki katı uzunluğundaki, çift kanatlı kapıyı hafif aralayarak içeri süzüldü.
Karşısında u harfini anımsatan, belli aralıklarla tahta şeritlerin olduğu , yerden çok da yüksek olmayan sedir ilk dikkatini çeken şey oldu. Kapıyı kapatıp, arkasına yaslandığında ise çok büyük olmayan bu odada ne kadar çok pencere olduğunu fark etti. Her pencerenin yerlere kadar olan açık mavi fon perdeleri ikişer boğum halinde toplanmıştı. Perdedeki desen, krem rengi duvar kağıdı ile duvardaki kağıdın rengi, halıda var olan motiflerin renkleriyle uyum içerisindeydi. Odanın yarısına eşit olan ve tavanın da tam ortasında yer alan avizenin ne çok taşı vardı.
Dışarıda güneş olmamasına rağmen oda çok aydınlıktı. Sol tarafında duvarda asılı olan saate baktı. İkindi sularıydı. Hemen yanında altın varaklı çerçeve içerisinde, kafasında kırmızı fesi, omuzunda çeşitli apoletleri olan, daha önce hiç rastlamadığı bir adamı gördü.
Odayı incelemeye başladı, sağdaki sedirin yanında sedirden biraz daha uzun olan rahle, üzerindeki sedef işçiliği ile sanatına hayran bıraktırdı.
Avizenin tam altında sedirin ortasında altın renginde olan nesnenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir ibrik miydi?
Neden sonra kapıda olduğunu sorguladı. Sedire oturmaya karar vermişken, hemen sağında krem rengi oymalı konsolun üzerinde, 8 köşeli antika gramofonu gördü. Hayran olmamak mümkün değildi. Acaba plak var mıdır düşüncesi ile gramofona doğru ilerlerken, üzerinde var olan plağı gördü. Kırılacağını düşünür gibi, çok hafif bir dokunuş ile iğneyi plağın üzerine getirdi. Birkaç saniye eğilerek sesin çıkmasını bekledi. Tam da istediği ses bu sırada duyuldu, bir kanun olmalıydı bu, ya da ud muydu? Zaten hemen ayıramazdı ikisini. Üzerinde çok düşünmeden sedire doğru ilerledi.
Kadifemsi kumaşa elini dokunarak farklı bir yumuşaklık hissi aldı. Açık olan alt pencereden esen hafif rüzgar ile camdan dışarı bakmak istedi. Çok geniş bir bahçe karşıladı gözlerini ilk önce. Oturduğu oda tahminince iki ve ya üçüncü katta olsa gerekti. Bu katın boyunda uzunca sıralı ağaçlarla çevreliydi bahçe. Hemen önünde belli belirsiz aralıkla ama düzenli küçük ağaçları gördü. Meyve ağaçları olsa gerek minik çiçekleri açmıştı bile.
Açık olan pencereye biraz daha yaklaşmıştı. Sağ tarafta evin girişi vardı. Mermerden yapılmış çift sıralı merdivenlerin birleştiği yerde evin kapısını gördü, Koca iki tokmak kapının iki yakasında aynı hizada duruyordu. Biraz daha önü eğilerek. Evin yarı beline kadar dolanmış olan sarmaşığı gördü. Buradan böcek girebilir diyerek biraz tedirgin oldu.
Pencereden kafasını geri çekip gramofondaki fon müziğin bitip sözlere başlamasına bekliyordu.
Sonra duraksayıp, sorgulamaya başladı. Burası kimin eviydi, bu eşyalar hangi zaman dilimine aitti, hangi mevsimde, hangi şehirdeydi, daha önce tatmadığı bu tadın adı neydi?
Tam da bu sırada kapıda bir ses duydu "tık tık".
Oda da ondan başka kimse yoktu. -Buyrun, girin ... mi diyecekti.
Oturduğu yerde, bir öne bir arkaya doğru irkildi. Etrafında aynı anda bir öne bir arkaya giden insanları gördü.
Havanın dalgalı olmasınında da katkısıyla, kaptan diğer yakaya yanaşırken yine sarstı vapuru. Vapurun tam yanaşmasını beklemeyen sabırsız yolcuların ahenkli dansı da bundan olsa gerekti.
Son anlarda bindiği vapurdan yine son inen yolcular arasında terk ediyordu vapuru ve hikayeyi kahramanımız.
Bir filmden mi etkilendi,
Ya da bir kitaptan,
Dinlediği bir hikayeden..
Düşünmedi çok. Her ne ise güzeldi.
Az hayal kurardı. Bu da onlardan biriydi. Tek kahramanı olduğu hikayenin tadı damağında kalmıştı ama güzeldi.
Yeniden hayal kurduran Allah'a hamd ederek, şemsiyesinin altında ıslanmayı başka zamana erteleyerek yürümeye devam etti.