10 Aralık 2014 Çarşamba

10. 12. 2014












Son zamanlarda en içten duygularımı anlatan şarkı bu olsa gerek...

Kader bağladı mı desem,
Aşkların en güzeli mi desem,
Ömür boyu sürecek mi desem,
....



10 Kasım 2014 Pazartesi

09.11.2014

         Olana , olacağa eyvallah demeyi öğrenmek nefse çok ağır geliyor..  Bir tek bunu yapabilsek, yolun karşısına geçtik demektir.. Bu isteğimiz de dua niyetine geçsin inşaallah.  Eyvallah deyip tevekkül edebilmek..

Bir zaman duadan epey uzaklaşmıştım.. Rabbim bana "iste" diyor.. İste ki vereyim..

"Sen içimden geçeni biliyorsun" diye çokça tembellik ettim.. Sen bilirsin en güzelini diyip kenara çekilmek.. Aslında çok lezzetli dua etmek .. Tek tek.. Detaylı detaylı.. Ne istiyorsak, nasıl istiyorsak...

Sonra sonra anladım ve dedim ki;

"Rabbim, ben 'saliha' olmak istiyorum.. Bana bu yolda bir refik ver ya da bana bu yolda güç ver."

Şimdilerde duamı yaşıyor buluyorum kendimi.. Güzel bir mutluluk büyütüyorum yüreğimde, sevinçle uyanıyorum güne... Dünya ve ahiret Refiğimle emin adımlar atıyorum yarına..

Hamd ediyorum Rabbime.. Eksiklerimi tamamlayacağım bir eş, kıymetli anne-baba, her anıma şahit olan, gözleri mutlulukla bana bakan bir sürü arkadaş-kardeş verdiği için...



14 Temmuz 2014 Pazartesi

Böyle bir an

Her köşesinde binler yaşanmışlığın olduğu yer..
Memlektim diyeceğim ama çok mu eğreti durdu bende..
Ben değil ama annemler babamlar yaşamış ya, ucundan bucağından birşeyler dokunuyor bana buradan...

Son günlerde anneme çokça teklif ettiğim yerdeyim..
Eski köy evimizi biraz onarıp, yaz kış sobanın yandığı, en yakın bakkalın 5 km uzakta olduğu, bahçesine ekip biçtiğimiz sebze meyveyi yediğimiz, yatsıdan sonra herkesin uykuya daldığı, gündüzleri  kitap okuyarak geçireceğimiz bir hayat...

Hayal gibi geliyor ama şuan tam da o vaziyetteyim..

Bloguma önceden yazdığım bir yazıyı eklemedim hiç, hep oturduğum anda yazıp yayınladığım yazılarla dolu.. Ama şuan burada internet yok, telefonu elimize alıp köşe köşe gezip bulmaya çalışıyorum bazen.. Sonra da vazgeçip anı yaşıyorum..

Birbiri ardına sıralı dağlar arasından yaklaşan dumanlara bakıyorum.. Dumanların hafifçe dağılmasıyla beliren köylere...

Navigasyon ile bulanamayacak bir yerdeyim...  Köylerimiz daha da aşağıda aslında, buradan yukarı ev olmaz desek de daha da yukarıdayım.. Yayla ile köyler arasında.. Sesimin yankı yankı uzadığı topraklarda..

İlkokulda çizdiğimiz o klasik resim burada sanki; iki katlı ev, yanından dere akıyor, dağların arasından güneş yüzünü az gösteriyor.. Buna bir de bol yeşillik, ekili çaylar, mısırlar, fındık bahçeleri ekleyelim... Beline keşan bağlamış, sırtına sepeti çokça doldurmuş bir kadın yapalım, yüzüne yaşanmışlıkların çizgilerini eklesek " ey kizum sen neredensun" dediğini düşünsek, biraz yaklaşmış olursunuz bana.. Henüz, olduğumuz yerdeki kokuyu veren bir teknoloji yok.. O olmadan eksik tüm fotoğraflar, resimler...

5 Haziran 2014 Perşembe

İki şiir

İki şiirim var... Tek bir kişiye ait...

Anısı vardır şiirlerin muhakkak. Belki sabah kalktığında, çayını demlerken yazmaya başlamıştır.. Belki de daha da derindir. Ama bir anısı vardır.

Anılara iyi bakmak gerektiğini bilirdim, bunu nasıl yapmak gerektiğini böyle güzel tasvir edemezdim.

Bu şehirden gidip yalnız bırakanlara seslenmek isterdim, sitemimi " bana bu uykusuz şehri neden bıraktın" diye dile getiremezdim..

Her kelimesine hayran bıraktıran 'Haydar Ergülen' in iki şiirini seçtim.

Aşk için önsöz

Beni üzme 
kendini de benimle üzme

sözümüzü üşütme 
fazla açılma benden
çok açılma bana da 
kendine de fazla açılıp da 
içine düşme


geçmişe gül gönder
unutma
anılarda su ister
anılara iyi bak
bana bak
beni tut
bana tutun
beni orda burda
beni şunda bunda
unutma
bak


Sis



İki şehri var gecenin,
biri gözümde
tütüyor, 
birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, 
bana bu uykusuz 
şehri niye bıraktın, 
göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin, 
gece değil istediğin hayli karanlık
bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! 
Gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
Ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir, 
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak, 
sis değil, 
uykusuzluk değil,
iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim :
Biri hepimizle göz göze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık, 
bu sessizliği kim bıraktıysa, 
göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile, 
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde 

 Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ?


Not: Selçuk Yöntem'in sesini sevenlerdenseniz bir de ondan dinleyebilirsiniz...

30 Mayıs 2014 Cuma

Böyle bir an



Babamdan duymuştum ilk önce; Kabe'de temizlik görevlisi olmak...

- Emekli olayım kızım, seninle hem umre yapacağız hem de.... Ah orada bir temizlik görevlisi olsam ben... 

Bir iç çekişi vardı o zaman... Arabistan'da uzun yıllar kalmıştı. Almıştı bir kere o havayı. Ben anlamıyordum o sıralarda ne demek istediğini tam anlamıyla...  Hem şaşırmıştım da babam hayal kuruyordu.. 

İlk gidişimde, hele Medine'de... Canım ensarım benim. Canlandı bir anda yine gözümde. Pek konuşmazlar. Sürekli temizlik halindeler. Binlerce Kuran, rahle günde kaç defa siliyorlar bilmiyorum. Oruçlar açılıyor, yemekler yeniliyor... Sonra ziyarete geçiliyor, dönüp bakıyorum görevliler adeta pire gibi hızlıca temizliyorlar her yeri. Halılar süpürülüyor, halılar kalkıyor yerler yıkanıyor, boş zemzem bidonları gidiyor yenileri geliyor, kirli bardaklar atılıyor azalan bardaklara takviye geliyor.

Çok kibarlar... Kimseye zarar vermeden, ellerindeki poşetlerle umreciler arasında usulca ilerleyerek çöpleri topluyorlar.. Nerede olduklarını, neye hizmet ettikleri belli. Çok az maaşa çalışıyorlar. Sadakalarını ceplerine usulca koyunca, peçelerinden gözüken gözlerinin gülüşü... Dua eden dilleri ve birleşen eller.. 

 Farklı bir şey var onlarda..

Çekiyor bir şey beni...

Onları izlerken dalıp gittiğim çok oluyor.

Kabe'de tavaf yaparken, ellerinde paspas ile hem tavaf edip hem temizliyorlar.. 

Temizlik görevlileri meşhurdur aslında Kabe'de.. Umrecilerin hikayeleri arasında vardır.Anında kırmızı şeritleri çekip çember oluşturan 10-20 kişilik yeşil elbiseli gruplar... Birkaçı kimseyi rahatsız etmeyen deterjanlı su ile sular çemberi, birkaçı yıkar, birkaçı da fırçayla kayarak ilerler, birkaçı da kurular, geri kalan da kırmızı şeridi toplar bir başka yeri temizlemek üzere...

Birgün Kabe'de tavafımı bitirip namazımı kıldıktan sonra iç kısıma ilerlerken bir görevli çekti dikkatimi. Sakalları göğsünün az yukarısında olan bu yaşlı görevlinin  yüzü öyle tanıdık... Oysa ilk defa görmüştüm... Ama  bir tanışıklık var gibiydi. Yanımdan geçerken tebessüm etti. Dalmışım arkasından.. Öyle bakakalmışım. Sonra el salladı. Ama arkası dönüktü, döndü baktı ve yine el salladı aynı güzel bakışı ile... Unutamadığım güzel anılardan.. Hala ona baktığımı nereden biliyordu ki?

Özlüyorum... Bu günlerde daha da çok özlüyorum.. Tarifsiz her yerini, huzura durmayı... 

Çok hem de. 

Yerlerinde olmak isterdim onların...

Kabe'de bir temizlik görevlisi, bir hizmet bekçisi de ben olmak isterdim.. Tıpkı babam gibi.

11 Mayıs 2014 Pazar

Böyle bir an


Son anda bindiği vapurda, gidiş yönün tersinde boş bulduğu ilk  koltuğa oturdu..

Hep kendisinin en son bindiğini düşünürdü. Sağ omzunun hizasından gelen insanların telaşlarını bakmasa da hissedebiliyordu. Son binen o değildi. Vapurun yarısı doluydu hemen hemen. Şöyle bir etrafa baktığında sağında sarı saçlarının yarısının yüzünü kapattığı bir anne, ikiz çocuklarıyla baş etmeye çalışıyordu. 4-5 yaşlarında olan ikizlerden uzun boylu olanı ile göz göze geldi. Biraz da uslu durmasını ima eder bir gülümseme gösterdikten sonra önüne döndü. Hala kapatmadığı şemsiyesini kapatarak, ayaklarının yanına sularının süzülmesi için bıraktı.

Bu sırada, gözü iskelenin duvarında, Osmanlı'dan kalma olan iskele ismine takılmıştı.

Giderek uzaklaşan yazı, uzaklaştıkça iskelenin çevresindeki küçülen insanlar arasında kayboldu kahramanımız. 

Buz mavisi, boyunun iki katı uzunluğundaki, çift kanatlı kapıyı hafif aralayarak içeri süzüldü.

Karşısında u harfini anımsatan, belli aralıklarla tahta şeritlerin olduğu , yerden çok da yüksek olmayan sedir ilk dikkatini çeken şey oldu. Kapıyı kapatıp, arkasına yaslandığında ise çok büyük olmayan bu odada ne kadar çok pencere olduğunu fark etti. Her pencerenin yerlere kadar olan açık mavi fon perdeleri ikişer boğum halinde toplanmıştı. Perdedeki desen, krem rengi duvar kağıdı ile duvardaki kağıdın rengi, halıda var olan motiflerin renkleriyle uyum içerisindeydi. Odanın yarısına eşit olan ve tavanın da tam ortasında yer alan avizenin ne çok taşı vardı. 

Dışarıda güneş olmamasına rağmen oda çok aydınlıktı. Sol tarafında duvarda asılı olan saate baktı. İkindi sularıydı. Hemen yanında altın varaklı çerçeve içerisinde, kafasında kırmızı fesi, omuzunda çeşitli apoletleri olan, daha önce hiç rastlamadığı bir adamı gördü. 

Odayı incelemeye başladı, sağdaki sedirin yanında sedirden biraz daha uzun olan rahle, üzerindeki sedef işçiliği ile sanatına hayran bıraktırdı. 

Avizenin tam altında sedirin ortasında altın renginde olan nesnenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir ibrik miydi? 

Neden sonra kapıda olduğunu sorguladı. Sedire oturmaya karar vermişken, hemen sağında krem rengi oymalı konsolun üzerinde, 8 köşeli antika gramofonu gördü. Hayran olmamak mümkün değildi. Acaba plak var mıdır düşüncesi ile gramofona doğru ilerlerken, üzerinde var olan plağı gördü. Kırılacağını düşünür gibi, çok hafif bir dokunuş ile iğneyi plağın üzerine getirdi. Birkaç saniye eğilerek sesin çıkmasını bekledi. Tam da istediği ses bu sırada duyuldu, bir kanun olmalıydı bu, ya da ud muydu? Zaten hemen ayıramazdı ikisini. Üzerinde çok düşünmeden sedire doğru ilerledi. 

Kadifemsi kumaşa elini dokunarak farklı bir yumuşaklık hissi aldı. Açık olan alt pencereden esen hafif rüzgar ile camdan dışarı bakmak istedi. Çok geniş bir bahçe karşıladı gözlerini ilk önce. Oturduğu oda tahminince iki ve ya üçüncü katta olsa gerekti. Bu katın boyunda uzunca sıralı ağaçlarla çevreliydi bahçe. Hemen önünde belli belirsiz aralıkla ama düzenli küçük ağaçları gördü. Meyve ağaçları olsa gerek minik çiçekleri açmıştı bile. 

Açık olan pencereye biraz daha yaklaşmıştı. Sağ tarafta evin girişi vardı. Mermerden yapılmış çift sıralı merdivenlerin birleştiği yerde evin kapısını gördü, Koca iki tokmak kapının iki yakasında aynı hizada duruyordu. Biraz daha önü eğilerek. Evin yarı beline kadar dolanmış olan sarmaşığı gördü. Buradan böcek girebilir diyerek biraz tedirgin oldu. 

Pencereden kafasını geri çekip gramofondaki fon müziğin bitip sözlere başlamasına bekliyordu. 
Sonra duraksayıp, sorgulamaya başladı. Burası kimin eviydi, bu eşyalar hangi zaman dilimine aitti, hangi mevsimde, hangi şehirdeydi, daha önce tatmadığı bu tadın adı neydi? 

Tam da bu sırada kapıda bir ses duydu "tık tık".
Oda da ondan başka kimse yoktu. -Buyrun, girin ... mi diyecekti.

Oturduğu yerde, bir öne bir arkaya doğru irkildi. Etrafında aynı anda bir öne bir arkaya giden insanları gördü.

Havanın dalgalı olmasınında da katkısıyla, kaptan diğer yakaya yanaşırken yine sarstı vapuru. Vapurun tam yanaşmasını beklemeyen sabırsız yolcuların ahenkli dansı da bundan olsa gerekti. 

Son anlarda bindiği vapurdan yine son inen yolcular arasında terk ediyordu vapuru ve hikayeyi kahramanımız.

Bir filmden mi etkilendi,

Ya da bir kitaptan,

Dinlediği bir hikayeden..

Düşünmedi çok. Her ne ise güzeldi.

Az hayal kurardı. Bu da onlardan biriydi. Tek kahramanı olduğu hikayenin tadı damağında kalmıştı ama güzeldi. 

Yeniden hayal kurduran Allah'a hamd ederek, şemsiyesinin altında ıslanmayı başka zamana erteleyerek yürümeye devam etti.




6 Mayıs 2014 Salı

Incendies


Şimdi izlediğim bir filmi, hemen, sıcağı sıcağına, etkisi üstümden geçmeden paylaşmak istedim.

Birilerine söylemem gerekiyormuş gibi hissediyorum. İzlemeyen kalmasın.

Incendies.. İçimdeki Yangın - Yüreğimdeki Yangın olarak çevrilmiş Türkçeye.

Aynen de öyle.. Film bitince, ancak böyle bir isim özetleyebilirdi bu filmi dedim..



Kanada'da yaşayan ikiz kardeşlerin anneleri vefat eder. Annelerinin vasiyetini öğrenmek üzere, notere giderler. Vasiyette anneleri, bu zamana kadar hiç bahsetmediği babalarını bulmalarını ister. Böylece kardeşlerin yolu Lübnan'a uzanır. Savaşa uzanır, işkenceye uzanır..

Her filmde bir şeyler tahmin ederiz. Senaryodan az çok anlar, akıl yürütürüz.
Bu filmde böyle bir şey yok. Ezber bozan bir film.

1+1=1 ettiği bir film. (Ne demek istediğimi izleyince anlayacaksınız.)

Her sahne, her bölüm çok kaliteli. Birçok ülkedeki festivalden aldığı ödüllerle de kanıtlıyor kalitesini.

Bir filme dram diyeceksem eğer, bu filmle kıyaslamam gerekecektir herhalde. Öyle bir etkisi var bende.



1+1 sahnesi ve mektubun her kelimesi diyerek filme yönlendiriyorum sizi.

Uyarayım!  Etkisinden uzun süre kurtulamayacağınız, psikolojik çöküntülere de yol açacak bir senaryo.

Tavsiye üzerine izlenmiş ve şimdi tavsiye edilen bir film.


29 Nisan 2014 Salı

Böyle bir hal



Barfi,

Bu müzik geliyor bu günlerde aklıma, mırıldanıyorum, yüzümde gülümseme beliriyor..

Filmi hatırlıyorum, Barfi'nin hallerini falan..

İyiydi, güzeldi..

Böyle bir hal işte..

Main Kya Karoon...

12 Nisan 2014 Cumartesi

İngiliz Dönem Filmleri


Bir sinema kuşağı ile yine karşınızdayım...

Bu seferki dönem filmleri...

İzlediklerimden en güzelleri ile ;

  • Pride and Prejudice (Aşk ve Gurur)
Janu Austen'nin meşhur kitabı 2005'te sinemaya aktarıldı. O zamanlar 20 yaşında olan 'Keira Knightley' güçlü, başına buyruk, kendinden oldukça emin; Elizabeth rolüyle unutulmazlara yazdırıyor adını. Aşkın en büyük düşmanı olan 'Gurur'un prensi ise Darcy...






18. yüzyılın İngiltere'sinde,
5 kızını evlendirmek için damat arayan bir anne,
Birbirinden farklı 5 kız kardeş,
Dönemin kıyafetleri, 
İrlanda'nın muhteşem doğası, 
Ön yargının eriyip aşka dönüşmesi,

Kaç kere izlediğimi ben de hatırlamıyorum aslında. Henüz repliklerini ezbere bilenler grubuna giremediğimi söyleyebilirim :)






  • Becoming Jane (2007)
Filmin adı Türkçe'ye 'Aşkın Kitabı' olarak çevrilmiş.
Aşk ve Gurur'un yazarı Austen, bu filmde, 20li yaşlarda Tom Lefroy ile aralarındaki aşkı anlatıyor. Yani kendisini...


Aynı dönem ve aynı yazara ait olmasından olsa gerek Aşk ve Gurur ile benzer yönleri oldukça fazla. 
Tam bir İngiliz havası var,
Aksanları, 
Ailelerin birbirlerine karşı tutumları,
İngiliz asaleti, 
Dönemde, genç kızların zengin bir eş ile evlenmelerinden başka bir değer ölçütlerinin olmamasının vurgusu...

Bir solukta izleyeceğiniz, yer yer ağlayacağınız, İrlanda-Londra arası , o dönemde olmak isteyeceğiniz, aşkı daha bir saf haliyle bulacağınız bir film.



  • Atonement (Kefaret - 2007) 



Aşk ve Gurur'un başrolu  Keira Knightley ile Aşkın Kitabı'nın başrolu James Mcavoy bu filmde bir araya geliyor.

Yine bir romanın filme uyarlanmasında 2. Dünya Savaşı dönemi işleniyor.
Birbirlerine aşık olan Cecilla ve evin hizmetlisinin oğlu Rabbie..
Bu aşkı uzaktan izleyen Cecilla'nın 13 yaşındaki kız kardeşi, yaşanan aşkı çok farklı bir zemine oturtur.. Şahit olduğu bir olayı çok değişik bir şekilde anlatarak iki aşığın hayatını mahveder.







  • Bright Star (Parlayan Yıldız - 2009)
25 yıllık ömrünü 3 şiir kitabına sığdıran Şair John Keats 'ın komşu kızlara Fanny ile olan aşkı...

Şiirden hiç anlamayan, tasarlayıp diktiği kıyafetler ile gururlanan Fanny, 
Yazdığı şiirlerin değeri bilinmeyen John Keats'in yolları aşkta birleşir..









Şiirlerin yeni ilhamı Fanny'dir.
Hüzün, şiir, muhteşem doğa... 
Hayran kalacağınız bir film daha..

Fanny'nin oyuncluğu.. (Ölüm haberi geldiğindeki oyunculuğu en etkilendiğim sahnelerden..)







  • Jane Eyre (2011)
Küçük yaşta hem öksüz hem de yetim kalan Jane, dayısı ile yaşamaktadır.
Dayısı da ölünce artık Jane, yengesi için tahammülsüz bir hale gelir. Onu yatılı bir okula verirler.


Bir yatılı okulda, İngiliz disiplininde yetişen Jane, öğretmen olarak mezun olur. Mürebbiyelik yaptığı evde çok sevilmesine rağmen olaylar ve gizemler peşini bırakmaz..

Aşkın olduğu tüm İngiliz filmlerinde olduğu gibi hüzün de başrolde. Diğerlerinden farklı olarak acı biraz daha yoğun..





Dönem filmlerini, dizilerini , dönemin kendisini, eskileri seviyorum.

1800lere uzanıyorum.. Çok çok zorlasam 1960lara kadar gelebiliyorum. :)

O zaman dilimine aitmişim gibi geliyor bana.. 

Seviyorum, paylaşıyorum..

Bu filmleri de blogumun arşivine ekleyiverdim. 




İrlanda'dan birkaç kare..

Belki bir gün kendi objektifimden de paylaştığım olur.. Kim bilir..

İyi seyirler efendim.. 

7 Nisan 2014 Pazartesi

Böyle bir hal


Böyle bir hal'lere devam.. 

Böyle bir hal; şarkı ne hissettiriyorsa o demek. Sendeki hissi her ne ise. 

Yeni albümü çıktı Nancy Ajram'ın.. 

Şuan için favorim 'Men El Yawm ve Rahent Aleik"









Not: Benim telefonumda hiç bir ayar yapmadan youtube ve diğer sitelere giriş yapabiliyorum. Youtube bağlantılı videolar.. 

5 Mart 2014 Çarşamba

Gidenlere, Gideceklere, Kalanlara...

Ya geç kalıyorum, ya da geç kaldım.

Bir şeyleri zamanında yapamadığım aşikar.

Zaman yaptıklarımın bazılarına hak verdi, bazılarını yine bana bırak dedi.

Ama bir tuhaflık oluyor ya bazen içinde,

-Söylese miydim?

-Sussam daha iyi sanki,

-En iyisi gitmek,

-Giderken elveda dese miydim?

-Ya da daha fazla...

Hangisi daha iyi hissettirecekse seni, onu yap. Küçük bir ihtimalin varsa onu da kullan.

Bazen keşkeler senin elindedir. Susturduğun ses belki de haklı olandır.

Haklarını yerine teslim et.

Verdiğin kararlar, dönüp baktığından tebessüm ettirsin sana..






Bu da anlık bir tavsiye..

19 Şubat 2014 Çarşamba

Bugün'den..


Hayatı planlamadan yaşayacaksın. 

- Kalk adalara gidelim.
- Hadi gidelim.
- Simit-peynir-zeytin alalım.
- Martıları unutmayalım.
- Bisiklete binelim.
- Denize ayak sürelim.








16 Şubat 2014 Pazar

Baylan


Geçtiğimiz senelerde tanıştığım, tarihi bir pastane var karşımızda; Baylan..

Filip Lenas'ın 1919'da Arnavutluk'tan İstanbul'a göç etmesiyle Baylan Pastaneleri'nin hikayesi baslar.. Öncelerde başka şubeleri açılmış olsa da şuan var olan en eski mekanı Kadıköy'de.. 2010 yılında Bebek'te açtıkları şube de ayrıca restaurant olarak hizmete devam etmektedir. (Kadıköy'deki o tarihi tat Bebek'te yok :) )

Taksim'in meşhur İnci Pastanesi gibi bir tadı var... Kullanılan tabaklar bile eskileri anımsatıyor hemen.. Tam benlik :)

Baylan'ı bilenler varsa akıllara hemen "Kup Griye" gelmiştir. :)

Baylan'ın klasiklerinden birisidir; Kup Griye...

Akıllarda kalması sanki biraz zor. "Kupkuru ye" , "Gırgıriye" diye hatırlayan arkadaşlarım vardı :)

Karamel, badem, krokan, dondurma, krem şanti ile servis edilen enfes bir tat... Klasik tatlıların hemen hemen hepsi çok iyi ama. Eğer ilk gidenlerdenseniz ve karamel-krokan severseniz "Kup Griye" yemeden dönmeyin derim :)


 Baylan'ın tarihi



Kup Griye

8 Şubat 2014 Cumartesi

Bollywood


Biraz zor oldu ama bu zamana kadar izlediklerimin birçoğunu bir araya getirdim. :)

Birkaç sene öncesine kadar Hint filmlerini saçma bulan kişilerden biriydim. Ama bizim Türk filmlerinden sonra daha bir sever oldum :)

Hemen hemen hepimiz Hintlililerin meşhur Avare filminin (1951) Awara Hoon şarkısının sadece bu iki kelimesi dahi olsa biliriz :)

Canım sıkıldıkça vakit buldukça uzun da olsa izliyorum. Ortalama 2 saat gibi bir uzunlukta film çekiliyor. Emek oldukça büyük...

Dansları da alay konusuydu :) komik hareketleri olsa da gayet başarılı, onca kişi aynı anda renkli elbiseler ve renkli tozlar arasında :) Konuşurken bile kafaları oynuyor :)

Konuşmaları, tartışmaları, çabucak aşık olmaları :) aşkın peşinden gitmeleri, macera dolu tren yolcukları, çok çeşitli etnik kökenleri ile seviyorum hintlileri :)

Karşınızda tavsiye filmlerim;

  • Slumdog Millionaire (2008)
Milyoner :)) Yazarken bile mutlu oluyorum..
Tamam hepimiz izledik ben de izledim kaç kere. İlk Hint filmim buydu. Sinemada izlemiştim. Sonra yine izledim, baktım TRT yayınlıyor yine izledim. Sonra yine izledim. :)

İzlemeyenler için; Başroldeki Malik, çağrı merkezinde çalışan bir çaycıdır. Milyoner'e katılır. Her soru onu geçmişine götürür. Milyonere tek aşkı için katılmıştır. Latika...

  • My Name is Khan (2010)
Milyonerden sonra izlediğim hint filmi. Shahrukhan'ı gerçekten Asperger hastası sandığım doğrudur. Öyle de muhteşem bir oyunculuğu vardı.

Başöğretmeni annesinin ölümüyle Abd'de yaşayan kardeşinin yanına gider Rızvan Khan .(Khan derken dikkat edin lütfen boğazdan söyleniyor. Eğer söyleyemediyseniz filmde Rızvan size öğretecektir emin olun:) )

Abisinin yanında çalışmaya başlayan Rizvan, Mandira'ya (Kajol) aşık olur ve onunla evlenir. 11 Eylül saldırılarından sonra, Mandira'nın oğlu faşist bir saldırı sonucu ölür. Ve Rızvan'ın asıl hikayesi başlar.

En sevdiklerim : Düğün müziği, evlenme teklifi ettiği sahne, balonlar :)

  • Jab Tak Hai Jaan (2012)
Başrollerinde Shahrukh Khan, Katharine Raif, Anushka Sharma oynuyor. Londra'da başlayan bir aşk hikayesi. Bana çok saçma gelen bir sebepten dolayı başroldeki kız esas oğlandan ayrılmak istiyor. Esas oğlan Samar bu üzüntüyle Hindistan'a geri döner. Artık yaşam onun içinde çok da önemli değildir, bu yüzden mesleği; bomba imha uzmanlığıdır. Samar'ı gözüne kestiren bir belgeselci, onun hikayesinin peşine gider.. Rota yine Londra'ya döner.

Filmin müziklerinden "Challa" en sevdiğim :) "Jiya Re" de güzel :)

  • Rab Ne Bana Di Jodi (2008)
Shahrukh Khan bir diğer filmi: "Bu Çifti Rab Birleştirdi".
Bu filmde kendisini iki farklı rolde görüyoruz. Taani rolüyle Anushka Sharma ona eşlik ediyor. Anushka Sharma'nın ilk sinema filmi.
Taani, düğün günü eşini kaybeder. Aşka inancı kalmayan Taani, sıradan memur olan Surinder ile evlenir. Surinder, Taani'ye aşıktır, Taani ise Surinder'i farketmez bile. Shahrukh Khan'ın canlandırdığı diğer karakter Raj ise, Taani'yi yeniden aşka inandırır.

Filmde bollywood'un ünlü isimlerini konuk olarak göreceğiz.
En sevdiğim sahne; Motorbisiklet ile diğer dans grubuyla kapıştıkları sahne :) Partner diye seslenmesi :)
Bu filmdeki favori şarkım ise;  Tujh Mein Rab Dikhta Hai..

  • Veer & Zaara (2004)
Shahrukh Khan ve Prety Zinta başrol olduğu filmde acı bir aşk hikayesi, hasret, umut ve bekleyiş var. Birinin Pakistanlı diğerinin Hindistanlı olduğu aşkta, 22 yıl haksız yere hapis yatan Veer bekleyen bir Zaara var.

Prety Zint'yı farklı bir rolde izlemek isterseniz 2013 yapımlı Iskhq in Paris filmine de bakabilirsiniz.

  • Chennai Express (2013)
Shahrukh Khan ve Deepika Padukone.. Öncelikle itiraf etmeliyim ki Deepika Padukone'nin oyunculuğunu çok beğeniyorum. Gözleriyle duyguları çok net verebiliyor. Bu filmde güzelliğiyle çapkın Rameshwaram'ın dikkatini hemen çekiyor. Hindistan'da meşhur tren yolculuğu peşinde aşk ve aksiyonu da beraber getiriyor.

  • Black (2005)
Ülkemizde "Benim Hayatım" olarak çevrilen filmin orginali. Amitabh Bachchan ve Rani Mukherji başrollerde. Bollywood'un yaşayan en dev oyuncusu sanırım Amitabh Bachchan.. Filmlerini izledikten sonra hak vereceksiniz bana. Hele bu filmde, herkesin oyunculuğu muhteşem.. Yanlış hatırlamıyorsam bu filmin 3 dalda da oscarı vardı. 

Hem sağır-dilsiz hem de görme engelli olan Michael'in 8 yaşında tanıştığı öğretmeniyle hayata nasıl sıkı tutunduğu anlatılıyor filmde.

  • Band Baja Baraat (2010)
Eğlenceli bir hint filmi. Ranveer Singh ve Anushka Sharma başrollerde. Bir düğünde karşılan ikilinin yolları filmin devamında yine kesişir. Hayali bir düğün organizasyon şirketi kurmak olan Shurti, Bitto'ya bu hayalinden bahseder, Bittoo, bu fikrine ve işini ortak olmak ister. İkili ortak olur ama bir şartla; birbirlerine aşık olmayacaklardır. Hint düğünleri hakkında da epey bilginiz olacak bu filmde. Severek izlediğim filmlerden. Dansları ve her şarkısı çok başarılı. Ranveer Singh ise bence Bollywood'un en iyi dans eden aktörü.. Zira her erkeğe yakışmıyor :)

İkilinin oynadığı bir diğer film Ladies vs. Ricky  Bahl, ilki kadar başarılı olmasa da izlenmeye değer bir film.

  • Ghajini (2008)
Aamir Khan.. Acı fışkıran bir film. Yine filmin ortasında, "ya ne güzel başlamıştı, nereden geldik buraya" dedirtiyor insana. Eğer oturup ağlamak istemiyorsanız izlemeyin bu filmi. Hindistan'ın renkli dünyasından ziyade görmek istemediğimiz, o karanlık dünyası ve dehşeti Aamir Khan'ın canlandırdığı çok değişik bir karakter ile sunulmuş izleyenlere.

  • Meri Brother Ki Dulhan (2011)
Kardeşimin gelini.. Imran Khan (Aamir Khan'ın yeğeni oluyor aynı zamanda) ve Katrina Kaif başrollerde. Luv ve Kush kardeştirler. Babası büyük oğlu Luv'ın evlenmesini ister. Bu konuda da kardeşi Kush'tan yardım ister. Kush'un abisi için bulduğu gelin adayı Dimple'dır. Ama onunla önceden tanışmıştır. Keyifli bir aşk macerası. Filmdeki favori müziğim ise; Choomantar...

Imran Khan'ın Kareena Kappor ile başrollerini paylaştığı Gori Tere Pyar Mei'ye de bakabilirsiniz.

  • Fanaa (2006)
Aamir Khan ve Kajol... Bu filmin başrolleri ile söyleşisi var onu izleyin derim önce. Sinemaya olan sevgilerini, arkadaşlık duygularını kabartan güzel bir çalışma olmuş..

Film ise... Ahhh.. :) Film içinde film. Kaç tane film birleştirilmiş diye düşünüyor insan. Görme engelli Zooni. Kaç hayat birden yaşayan Rehani.. Tavsiye ettiğim kişilerden "Ah ne yaptın sen Saliha" diye tepkiler aldım :)
Hele müzikleri.. "Mere Haatih Mein" İzleyin, dinleyin..

Filmdeki "Chanda Chamke" çocuklarla birlikte söylemeye çalışın çok komik bir hale giriliyor :)

  • Taare Zameen Par (2007)
Aamir Khan'ın en çok izlenen filmlerinden.. Her çocuk özeldir. Birçok öğretmenin ebeveynlerine tavsiye ettiği bir film olsa gerek.

Öğrenme bozukluğu olan Ishaan'ı ailesi, akrabaları, öğretmenleri tembel olarak yaftalamışlar bir kere. Ishaan'ın yatılı gittiği okulda, onun aslında özel bir çocuk olduğunu keşfedecek olan Resim öğretmeni vardır.

  • 3 İdiots (2009)
Bu filmi de izlemeyen yoktur sanırım. Eğer yeni bir bollywood izleyicisi iseniz, bu filmden de başlayabilirsiniz.
Tekrar tekrar izleyeceğiniz bif film.
Taare Zameen Par'in başrolu bu filmde de oyunculuğunu konuşturuyor. Mühendislik okuyan gençler, yarış sisteminin içindedirler. Bu sisteme haklı gerekçeleriyle karşı çıkaran 3 genç, Hindistan'dan başlayıp sisteme ders veriyorlar :) Komedi, zeka biraz da dram sizlerle.

  • Talaash (2012)
Aamir Khan, Kareena Kapoor ve Rani Mukherji'nin başrollerini paylaştığı film. Polis memuru Surjah Singh, Roshini ile evlidir. Oğullarını ölümü ile mutlu aile tablosu gölgelenir. Birbirlerini çok seven çift boşanma eşiğine gelir. Bir Bollywood yıldızının trafik kazasında ölmesi olayın polis memuru Surjah Singh tarafından takibe alınması film değişik bir boyuta taşır.

  • Barfi (2012)
En sevdiğimden... Barfi .. Aşkın dile ihtiyacı yokmuş.

Barfi rolüyle Ranbir Kapoor var karşımızda. Ama ne oyunculuk.. Priyanka Chopra'nın ise ondan aşağı kalır yanı yok. 

Barfi sağır ve dilsizdir. Öyle yaramaz deli doludur ki, başı beladan kurtulmaz. Bir gün Shurti'yi görür ve aşık olur. Shurti'nin ailesi kızının sağır ve dilsiz birisiyle evlenmesine razı değildir. Barfi ve Shurti'nin yolları ayrılır. Yıllar sonra tekrar kesiştiğinde ise artık çok geçtir. Barfi'nin gönlünde başkası vardır. İki defa aşık olunur mu? Sadakat nedir? Merhamet nedir? Barfi mı normal yoksa biz mi anormaliz? Soruları gidip geliyor akıllara.

En sevdiklerimden; Barfi'nin kıyafetleri ve bisikleti. Main Kya Karoon şarkısı ise çok mu çok güzel :)
Çok gülüp çok ağlamalık bir film. Sonunda iyi ki izlemişim birkaç tane daha var mı diyeceğimiz türden.

  • Anjaana Anjani (2010)
İki yabancı, hayatlarında en çok sevdiği şeyi kaybetmiştir. Aakash (Ranbir Kapoor) ve Kiara (Priyanka Chopra) bir köprüde intihar ederken karşılaşırlar. İntihar edemeden tekrar yolları kesişir. Defalarca denemelerine rağmen başarılı olamazlar. Ve bir karar alırlar: kendilerine 20 günlük bir süre tanırlar. 31 aralık gecesi aynı köprüde buluşma sözü verirler birbirlerine Bakalım 20 gün içinde ve sonunda ne olacaktır?

Ranbir Kapor'un filmlerine devam etmek, bol müzik ve dans izlemek de istiyorsanız 2008 yapımlı   Bachna Ae Haseeno filmini de izleyebilirsiniz. Şehir şehir gezip, kızları kandıran Raj, gerçek aşkı bulduğunda, kırdığı diğer kalpleri düzeltebilecek midir? :)

  • Bhaag Milkha Bhaag (2013)
Koş Milkha koş...
Hindistan'ın milli atleti Milkha Singh'in gerçek yaşam öyküsünü anlatılıyor filmde. Imdb puanı da oldukça yüksek olan filmi ben de çok beğendim. Milkha Singh'i başarılı aktör Farhan Akhtar canlandırıyor. 
Hindistan ve Pakistan dostluk oyununa gitmek istemeyen Milkha'nın gitmeme sebebi bir tren yolculuğunda masaya yatırılır. Böylece herkes Milkha'nın yaşamını, çocukluğunu, aşkını, askerliğini, sütü ne kadar sevdiğini öğrenir :) 
180 dakika olmasına rağmen keyifle izleyeceğiniz güzel bir film.

  • Loetera (2013)
Ranveer Singh severler için bir film daha. Bu filmde Ranveer, arkeolog olarak çıkıyor karşımıza. Yani ilk zamanlarında biz onu gerçekten arkeolog sanıyoruz. 
Kazı yapmak için gittiği evde, evin kızı Pakhi'ye aşık olur. Film "Son Yaprak" isimli kitaptan alıntı. Filmin sonunda son yaprak düşerken iki aşık acaba ne durumda olacaktır?

  • Oh My God (2012)
Değişik bir konusu var.. Krishna'nın küçük bir dükkanı vardır. Kendisi aynı zamanda ateistir. :) Bu ateistlik başına neler açıyor neler :)

Bir gün deprem ile dükkanı yıkılır. Sigorta şirketi afetten dolayı parayı ödemeyeceğini belirtir. Krishna parayı şirket ödemeyince, Tanrı'ya dava açar. 

Dava olur da, davalılar olmaz mı? Davalılar ise Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcileri olan din adamlarıdır. Birçok eleştiriyi de beraberinde getiren filme ilginç senaryosundan dolayı bir göz atın derim. Bakalım Krishna davasını kazanacak mı?

  • Guzaarish (2010)
Hrinthik Roshan'ın bence en güzel filmi. 

Bu filmde ünlü sihirbaz Ethan rolünde. Sihirbaz bir gösterisinde kaza geçirir ve felç kalır. Ona yıllarca bakan Aishwarya rai, aynı zamanda Ethan'a aşıktır.

Ötenazi istiyor Ethan.. Yıllardır bunun için avukatı ve en iyi arkadaşı mücadele ediyor. Bakalım filmin sonunda aşk mı yoksa ötenazi isteği mi son bulacak.?

En sevdiğim ise; Ethan'ın yaşadığı ev ve eşyaları, evin aldığı güneş ışığı, radyo programına katılanları dinlerken yüzünde gözlerinde beliren acı.

Mendillerinizi hazırlayıp izlemeye başlayınız.

Hrinthik Roshan'ın 2012'de çekilen Agneepath (Azap yolu) filmini de izlemiştim. Çok beğendiğim söylenemez. Eğer izlemek isterseniz bir göz atın derim. Siz de farklı duygular uyandırabilir.

  • Life Of Pi (2012)
Adından çokça söz ettiren Pi'nin yaşamı.. 

Pi'nin ailesi Hindistan'da hayvanat bahçesi işletmektedir. Yaşadığı ülkeden Kanada'ya göç etmek için ailesi ile yola koyulurlar. Her canlının da yer aldığı gemi maalesef batar. Bir sandal ile kurtulmayı başaran Pi yalnız değildir. Yol arkadaşları: sırtlan, kırk bacaklı bir zebra, orangutan ve bir Bengal Kaplanıdır. Pi bu sandalda günlerce yaşar. Ama nasıl?

Ve buradan nasıl kurtulacaktır? 
Kurtulursa bu yaşananları nasıl anlatacaktır ve ona kim inanacaktır?

  • Yeh Jawaani Hai Dewani (2013)
Ranbir Kapoor, Aditya Ray Kapoor, Deepika Padukone'nin başrollerini paylaştığı bol eğlenceli bir film.
Aynı koleji birlikte okuyan 4 arkadaş, bir geziye çıkarlar. Bu gezi oldukça heyecanlı, bol maceralı ve aşklı. :)
Birbirlerine aşık olan Naini ve Bunny'nin yolları ayrılmıştır. Herkes kendi hayallerinin peşinden gider. Ama bu dörtlüden birisi evlenir ve düğün yıllar sonra herkesi birleştirir.
Müziğim: Balam Pcihkari

Ranbir Kapoor'un 2013 e ait bir başka filmi daha var Besharam onu da izleyebilirsiniz. 

  • Bodyguard (2011)
Selman Khan ve 3 İdots bayan başrolü Kareena Kapoor. Filmin Bodyguard'ı, Selman Khan'dır. Kareena Kapoor'un babasına olan vefa borcundan dolayı kızına bodyguardlık yapar. İlk zamanlar bodyguardyla alay eden genç kız zamanla ona aşık olur. Ama canını emanet ettiği kızına aşık olmanın yasak olduğunu bilir herkes. 

Bodyguardı telefondan işleten Kareena, ona gerçeği söylemez. 
Ama bir günlükte tüm gerçekler yazılıdır.

En güzelinden şarkım " Teri Meri Prem Kahani" :)

  • Heroine (2012)
Hindistan'ın en ünlü sinema oyuncusu olan Mahi (Kareena Kapor)'nin hayatı. Hırs, para, şöhret.. Bu üçlü içinde Mahi'nin hayatı nasıl tepetaklak oluyor izleyelim.

  • I Am Kalam (2010)
Ben Kalam :) 

Başrol oyuncumuz Chhottu.. Ailesi onu çalışıp para kazanması için yol kenarında küçük bir lokantası olan Bhati'ye teslim eder. 12 yaşındaki bu zeki çocuk aslında okumak ister.
Chhottu, Hindistan'nın eski başkanı Kalam'ın yaşamından esinlenerek adını Kalam olarak değiştirir. Oldukça zeki olan Kalam'ı, kendisi gibi çırak olan Laptan çok kıskanır. Aralarında geçen diyaloglar güldüren sahnelerden.

Çalıştığı yere yakın bir sarayda Kalam kendine arkadaş bulur. Hatta onun ödevlerini yapar. Ama zaman yanlış anlaşılmalara gebedir. 

Kalam'ın serüveni oldukça hoş. Ve kısa olan hint filmlerinden. Ailece izleyebileceğiniz güzel bir film.

  • Dil Chahta Hai (2001)
Bollywood'un en iyilerinin birleştiği bir diğer film. Aamir Khan, Priety Zinta, Saif Ali Khan, Akshaye Khanna.. Karakterleri birbirlerinden farklı üç yakın arkadaş. Filmde aşk mı dostluk mu ön planda ona siz izleyince karar verirsiniz. Benim fikrim; dostluk.. :)
Aklımda kalan replik, en ukala arkadaşın diğer arkadaşı ile telefondaki konuşmasından: "Mükemmelken ilerlemek zor oluyor."

  • Kurbaan (2009)
Gerçek hayatta evli olan Saif Ali Khan ve Kareena Kapoor çiftinin başrollerini paylaştığı bir film. Üniversitede hoca olan Kareena ve Saif Ali birbirlerine aşık olurlar. Delhi'den New York'a taşınan çiftlerin hayatı değişir. Aslında Saif Ali'nin hayatı değişmiyor. O amaçlarına ulaşıyor. Sözde İslamı amaçlayan bir terör örgütüne bağlıdır.

Sosyal medyada bir zamanlar çokça dönen bir kısa film vardı; "müslüman gencin Amerikalı kıza verdiği müthiş cevap" .. o da bu filmden alıntı bir sahne.
Şarkım ise: Shukran Allah

Bu ikilinin aynı zamanda 2012 yapımlı Agent Vinod filmine de izleyebilirsiniz.

  • Aashiqui 2 (2013)
Aditya Ray Kapor'un başrolünü oynadığı başka filmi var mı emin değilim ama sanırım ilk filmi bu. 
Bu filmde ünlü bir sanatçıyı canlandırıyor. Ama alkol bağımlısı gencin şöhreti zamanla elinden gidiyor. Bu sırada bir barda şarkı söyleyen bir kıza rastlar.. Artık yeni yıldızı odur. 
Filmin kendisinden çok şarkıları beni çok etkiledi. Hepsi birbirinden güzel: Chahu Main Yaa Naa, Sunn Raha Hai..
  • Teri Meri Kahani (2012)
Gençlerin beğendiği aktör: Shahid Kapoor.. 
Bu filmde Priyanka Chopra ile başörülleri paylaşıyor. Üç farklı zamanda (1910, 1960,2012) üç farklı aşığı canlandırıyorlar. Bu yönüyle diğer filmlerden ayrı bir özelliği oluyor haliyle. 

Shaid Kapoor'un diğer izlediğim filmleri: Mausam, Jab We Met, Change Pe Dance, Milenge&Milenge.. Aktörlüğünü pek beğendiğim söylenemez. :)

  • Yakeen (2005)
Biraz eski bir film izlemek istediğimde karşıma çıkan bir filmdi. Gerilimin saçma olduğu bir film diyebilirim. Aşk ve ihtirasın başrolü Priyanka Chopra. Kocası Nikhil (Arjun Rampal)ın bir kazadan kurtulmasıyla gerilim başlıyor. Sırf sonunu merak ettiğim için filmi yarıda sonlandırmadım:)
Belki sizin de dikkatinizi çekebilecek detaylar vardır.

  • English Vingilish (2012)
Keyifle izlediğim bir başka film. İngilizce bilmeyen Shashi (Sridevi) evde eşi ve kızı tarafından çoğu zaman aşağılanmaktadır. Tek sorunu ingilizce bilmemek olan Shashi, kuzenin düğün hazırlıkları için ailesinden önce Abd'ye gidecektir. 3 hafta sonra gelecek ailesine iyi bir ders vermek için herkesten habersiz hızlandırılmış ingilizce kursuna gider :)

  • No One Killed Jessica (2011)
Parttime olarak bir barda çalışan Jessica, geç saatlerde bara gelip sorun çıkaran üç genç tarafından öldürülür. Tetiği çeken, Hindistan'da bakanın oğludur. Bakan tanıdıkları sayesinde oğlunun ceza almamasını ve olayın kapanmasını sağlamaya çalışır. Fakat olayı yakından takip eden muhabir (Rani Mukherjee) davanın seyrini değiştirecektir.

  • Vishwaroompam (2013)
İsmi çok zor bir film daha. Konusu daha zor daha çetrefilli. Filmde Abd'de yaşan hintli bir dans hocası ve ondan sıkılan karısından bahsediliyor. Karısı kocasının peşine dedektif takar ve asıl film başlar. Kocası aslında Hindistan ordusunda görevli bir polistir. Müslüman terör örgütü, talibani el-kaide yaşamını biraz da çocuklar üzerinden anlatıyorlar. Birçok tartışmaya konu olmuş film. Sansürlenerek yayınlandığı da söyleniyor. Her Müslümanın izlerken bilinçli olduğu düşüncesiyle, bir de bu gözle izleyebilirsiniz.

  • Geliyon Ki Raas leela Ram (2013)
En sevdiklerimden başroller:) 
Ranveer Singh ve Deepika Padukone var.. Romeo ve Julietten esinlenerek çekilmiş bir film. 

Yıllardır düşman olan ailerin çocukları Ram ve Leela birbirlerine aşık olurlar. Silahların susmadığı bu iki aileler barışa yaklaşmışken her iki taraftan ölen kardeşlerden sonra artık her şey çok zordur.
Bol renkli, bol danslı bol gözyaşılı filmde müziğim: Tattad Tattad :)

  • Wake Up Sid (2009)
Zengin bir ailede yetişen Sid (Ranbir Kapoor) hayatında kendi başına bir şey başaramamış tembel bir çocuktur.  Üniversite yıllarında tanıştığı Sid'in tam tersi olan Aisha (Konkona Sen Sharma) ise, hayallerine ulaşmaya çalışan, kendi ayakları üzerinde duran güzel bir kızdır. Sid, Aisha ile arkadaş olmak ister ama Aisha sorumsuz bu çocuktan uzak durmayı tercih eder. 

Acaba Sid aşkı için hayatını değiştirip bir şeyler başarabilecek midir? :)





İşte izlediğim filmlerden aklımda kalanları özetlemeye çalıştım.

Bakalım siz de tavsiye edip, müziklerini müzik çalarınıza yükleyenlerden mi olacaksınız :)

Ya da bir trene binip Hindistan'ı keşfetmek mi isteyeceksiniz :) Şahsen aklıma gelmiyor da değil bu. Ama o kadar güvenli değil maalesef. Belki bir gün kim bilir.. :)

Hatırladıklarım ve izleyeceklerimle Bollywood 2'de buluşmak üzere. :)

İyi seyirler.. :)

Not: Dublaj değil alt yazı ile izleyelim filmleri.. :)

5 Şubat 2014 Çarşamba

Saiyaara


Aslında bir şarkıyı tavsiye edecektim. Ama şarkı bir filmden alıntı. Filme değinmemek olmaz, e hint filmiyse eğer Bollywood'a değinmemek olmaz. :)

Bir sürü Hint Filmi izlemişken bu şarkıyı tavsiye etmem diğerlerine haksızlık olacak ama;

Şarkım "Ek Tha Tiger" filminde yer alan "Saiyaara" şarkısı :)

Filme biraz değinmek gerekirse;

Pakistanlı ve Hindistanlı iki ajan arasında geçen bol aksiyonlu bir film. Ama Hintliler aksiyon yapar da aşkı da içine koymazlar mı :) Hele bir de düşman iki ülke ve iki ajan arasındaysa... Filmin bir başka özelliği de İstanbul ve Mardin'de yer alan sahneleri. Hint filmleri süresinin uzunluğu ile de meşhurdur, ondan mıdır bilinmez, Türkiye'deki sahnelere geniş yer verilmiş. Ayrıca Küba ve İrlanda da filmin çekimlerinin yapıldığı diğer ülkeler arasında. 

Filmi izleyeli epey zaman oldu. Diğer detayları pek hatırlamasam da şarkılarını dinliyorum. Saiyaara dışında filmde oldukça beğeni toplayan Maşaallah şarkısını da tavsiye ederim. Filmin İmdb başarası istenilen ölçüde olmadığı aşikar.Müziğini filminden önce fark ettiğim, sonrasında da konusunu merak ettiğim filmlerin arasında yer alıyor Ek Tha Tiger...

İzlediğim Hint filmlerini bir gün toparlayıp, blogumda yerini almasını umut ediyorum :)

İyi seyirler. 





19 Ocak 2014 Pazar

Muhafazakar Burjuvazi

Yine muhafazakarlar, yine sosyalleşme, yine eleştiri.

Kardeşimin sosyolojik bir çalışması sonrasında yine rahatsız olduğum konular gündemime geldi. Aslında genel olarak hep gündemde. Düşürmüyoruz gündemden, her gün genişleterek daha çok yer ayırıyoruz. Ben görmemeye çalıştıkça sakınılan göz gibi batıyor çöp.

Günümüz muhafazakarlarından bahsetmiştim daha önceki yazılarımda, artık durum farklı bir boyut kazandı: "Muhafazakar Burjuvazi" altın çağını yaşıyor.

Dile çok vurulmasa da beden dili ile göze nasıl da batırılıyor. Nasıl da biz buradayız, bizi görün, az kenara çekilin de bize de yer açın diyor.

Yeni bir mekan açıldı gece hayatının gözde semtlerinden birinde. Sözde bulunduğu bölgede, içkisiz-mescidli, muhafazakarlara seslenen bir mekan açarak bu eksikliği gidermek niyetindeler. İlk anlamlandıramadığım böyle bir eksikliğimiz var mı? Bence elbette yok. Ama muhafazakar kesimi bir iki mekan kesmiyor. Daha da fazlasını istiyorlar. Daha lüksünü(!), daha havalısını. Bu kelimeyi özellikle kullanıyorum. Bu mekanlarda check-in bile yapmak tatmin ediyor insanları. Buraya gitmek, giderken diğerleri gibi giyinmek, gittiğinde diğerlerini incelemek. Hangi arabayla gideceğin bile seçiliyor. Arabana göre de ne kadar önemli olduğunu hissediyorsun. Mekanın diğer özelliği de bu, herkes de öyle gelemiyor. Sen gibiler geliyor. Çünkü sen özelsin, orada daha kapıdan girerken seni karşılayan vale ile başlıyor özelliğin sonrasında kabarık bir hesap ödüyorsun. E doğal olarak herkesin elini kolunu sallayıp gireceği  yerden biraz farklı oluyor.

Mescidi içine alınarak reklamının yapılması ayrı bir absürtlük. "Ama mescidi var, mescidde seccadesi var, hatta feracesi var?" E ne var bunda? Kılmasa da reklamını yapıyor bizimkiler. Mekana zaten gecenin bir vakti gidiyorsun. Anlamıyorum tam olarak teheccüd mü kılıyorlar ne yapıyorlar? Mescidin olmadığı mekan mı kaldı? Eskiden yoktu gerçekten. İçkisiz yer bulmak çok zordu. Tatil beldeleri, Boğaz gibi yerlerde epey zorlanıyordu eskiler. Ama şimdi öyle zor da değil. Doğru düzgün yemek yenilecek yerler var çok şükür. Gerek belediyelerin, gerekse yıllardır var olan düzgün mekanların şubeleri çoğalıyor. 

Bir de bu tarz mekanlara gündüzleri giden pek yok. Çünkü gündüzleri diğer yerlerden farkı da yok. İnsanlar aileleri ile gelip öğle yemeklerini rahat rahat yiyebiliyor. Hafta sonları da dahil gece bir yoğunluğu var. Rezervasyon bile kabul edilmiyor. O kadar kalabalık ki yarım saatten fazla bekleme salonu adı altında bekletiliyorsun. Ne çok vaktimiz varmış meğer.

Ben biraz ön yargılıyım belki de. Çok popüler olan mekan, kitap, seri filmlere karşı bir antipatim vardı. Bir de yapılan yorumlar etkiliyor beni. Teknolojiyi de, Sosyal medyayı da kullanamıyoruz. Eğlencemizi bile taviz vere vere ihtiyaca bağlıyoruz ve ihtiyaçmış gibi de savunuyoruz. Şal ile başlayan ve her üç kapalıdan birisinin modacı olduğu bu zamanda işimiz oldukça zor. "İslami moda, Muhafazakar moda" adı altında aldığınız veballer. Hep birbirinin zinciri olarak ilerliyor. Şallı kızlar artık iğne takanlara tuhaf bir bakış ile bakıyorlar. İğnesi olmaması, boynu açık olması, kolyesini, küpesi göstermesi onu #şık #asil #tarz #moda gibi etiketlerin başrolu yapıyor.

Gençler takipte! Sosyal medya ile fenomen olan modacılar, nerede ne yemiş, ne içmiş, nereden ne almış, şalı ne marka, başörtüsünü nasıl bağlamış... Altına da yazmıyorlar mı "ben de sizin gibi kapalı olmak istiyorum" diye. Ah nelere sebep oluyoruz.

Gençler takipte! Böyle kızlı erkekli yer bildirimleri ile kimler mekanda... Artık biz de orada takılalım denk gelelim de görelim. Birbirimizi bir ekleyelim de bakalım sonrasında ne olur olur. Hı hı, muhafazakarız, burada muhafazakar kızları, muhafazakar şekilde takip ediyoruz. Oldu beyler! İyi takipler!. Bildirin yerlerinizi, durumlarınız, tanışın kaynaşın bakalım.

Bana kızıyorlar,"sürekli muhafazakarları eleştiriyorsun, sen de farklı mısın ki neden kendi içinde olduğun bir durumu eleştiriyorsun" diyorlar.. Haklılar, bir zamanlar aynı şeyleri muhafaza ediyorduk. Şimdi işler değişti. Sadece muhafazakarlık yetmiyor bazılarımıza, önceden de dediğim gibi, kimliklerimiz değişiyor. Burada bahsettiğim şey tesettür. Verilen bu tavizlerle namazın, orucun, zekatın bir alakası yok. Yani "sen daha namaz kılmıyorsun gelmişsin boynu açık kızları eleştiriyorsun!" muhabbetine bağlamayalım olayı. Son yıllarda olan değişimi bir görelim, bir fark edelim. Eleştirelim, uyaralım, bize gelen uyarılara daha bir kulak verelim.  




15 Ocak 2014 Çarşamba

Böyle bir hal


Benim gibi arap müziklerini seviyorsanız, bir de suudlu bu gençten ( Alaa Wardi ) dinleyin bakalım..

Youtube'de meşhur oldu ama şimdi taklitleri bile çıktı.. Ünü aldı başını gitti. :)

Amr Diab'ın meşhurlarından iki tanesini çok güzel değişik bir hal ile seslendirmişler... Gençler bu işe cover diyorlar :)

Arapça, Hintçe, İngilizce coverlayıp duruyor :)



Amr Diab - Wa7ashteny




Amr Diab - Osad Einy


13 Ocak 2014 Pazartesi

Neredeydik... Edirne'de

         Üniversite yılları ve sonrasında katıldığımız programlarla pekişen bir kardeş grubumuz var. Her biri birbirinden değerli.. Fırsat buldukça görüşmeye devam ediyoruz. Rabbim eksikliklerini de göstermesin.

Dün de, yeni evli arkadaşlarımıza ev ziyaretine gittik. Kahvaltı sonrası erken ayrılıp kendi işlerimize döneceğimizi düşüncesindeydik. Evin Hadımköy' de olmasından mıdır? Çabuk galeyana gelip harekete geçmemizden midir nedir bilinmez, kendimizi Edirne yolunda bulduk..

Ev sahiplerine kandil programınız var mı diye gayri ihtiyarı sormuştum bir gün öncesinden.. :) Ama böyle bir programı hiç kimse düşünmemişti.

Birkaç dakika içinde alınan karar sonrası yoldaydık. Yer yer sislerin hakim olduğu yolda " -ne yapıyoruz, - nereye gidiyoruz, - iyi ki gidiyoruz, - dur bakalım ne olacak" gibi düşünceler gidip geliyordu akıllara.

Geç çıkmamıza rağmen yatsı namazının bitimine ve duaya yetişmiş olduk... İçimizde Edirne'ye ilk kez gelenler de vardı. Selimiye'nin o manevi havası hepimizi etkilemişti.




Dua ve ibadetlerin ardından, Edirne'de tava ciğeri yemeden dönmek de olmazdı. Cami cemaatinin de yardımıyla bu işi en iyi yapan yerlerin birinde soluğu aldık. Ciğer sevmememe rağmen "- e gelmişken ciğer yenir" muhabbetinden ayrı duramazdım.. Gayet de güzel tadı vardı.


Dönüş yolunda hepimizin düşüncesi hemen hemen aynıydı.. 
Edirne'ye gezi ayarlasak gerçekleşmesi daha zordu. Bu kadar keyif ve tat verir miydi o da belirsiz..

Güzel günümüz için arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler :)

7 Ocak 2014 Salı

Bir ayrılık

Yaşanan hiç bir şeyin tesadüf olmadığını bilmek bile başlı başına bir şükür. Bilmek şükür... Bildirene hamd olsun...

İlk ayrılığımda 16 yaşındaydım.. O zaman kaybettim diyordum bir süre. Kaybımı dünyada da arardım ara sıra. Gelse diye beklediğim de olurdu..

Ara ara hatırlardım; kayıp değil ayrıldık derdim, ayrıldık ve buluşacağız... Bunu hayatımın merkezine oturttuktan sonra, ölümün siyah peçesi açıldı ve içindeki güzelliği fark ettim. Tam da bu sırada başka bir ayrılığım oldu. Bu seferki kardeşimdi, 15 yaşındaydı.

Her birimizde ayrı ayrı izler bıraktı. Ama aynı sular serpildi yüreğimize, aynı merhem sürüldü yaramıza. Çoğu zaman dolsa da gözlerimiz, kavuşacağımız günü bekliyoruz. Ve daha bir sıkı bağlanıyoruz birbirimize. Şükrediyoruz Rabbimize, iyi ki tanıştırmış bizleri.

Her ölüm ders verir, iz bırakır. Hele şehitlik.. Açık yaralara merhem olur. Hatırladıkça gülümsersin. İşte bunlar hep Mevla'nın müjdeleri, Müslümanlığın nimetleri, kadere imanın konforu, ahirete imanın diriliği..

Kardeşimin yaşamı ve vefatı ile ilgili çok güzel bir yazı yazılmış. Üzerine bir şeyler ekleyemiyorum.  Bizi, halimizi, hislerimizi özetleyen...
Paylaşmak isterim sizlerle..


" Nurbeste’nin Senanur’u veya Rabbine yükselen şehidenin hikâyesidir...
O gün, 2013 senesinin takvimleri hazandaki ağaçlar gibi son yapraklarını da dökmüşlerdi. Avrupa üzerinden âlem-i İslâma giren sefahat; cazibesiyle kararan akşamda gafil insanları yılbaşı eğlencelerine çağırıyordu. Medrese ve okulda arkadaş olan İsra ile Sena ise, geceyi zulmet basmadan Kur’ân meşalesini yakmak üzere Medresetüzzehrâ yolunda hızlanmışlardı. Kader onların hedeflerine bir taş adımlığı mesafede bir başka gergef dokumuştu. Akşamın karanlığında sürücü de göremez olunca, olanlar olmuş ve acı haber dünyanın beş kıt’asına birkaç saatte yayılmıştı. Akranlarının en ehveninden ekranlara üşüştükleri sırada, Senanur ile İsra çığlık atamadan hastanelerin yoğun bakımlarına alınmışlardı.

Henüz on beş yaşındaydılar. Mükellefiyetin cenderesinden içeriye adımlarını atalı çok olmamıştı ikisinin de. Dine taraftar özel bir okulda candan arkadaşlardı. Okulda öğrendiklerini medresede yeniden Kur’ân’ın süzgecinden geçiriyorlardı. Onlara kimsecikler tesettüre bürünmelerini söylemedikleri halde, Kur’ân’ın zamanımıza akseden nurlarından aldıkları feyizle sahabe mesleğine özenmişlerdi. Ailelerine ve büyüklerine aldırmadan, yumuşak başlılık ve ikna ile çevre engellerini aşıyorlardı. 

Yoğun bakımda siz sevgili okuyucularımızdan du bekleyen İsra’ya şifalar dileyerek, melekmisal semaya kanat çırpan Senanur’un hikâyesine dönmek istiyorum. İsmini ilk olarak evde çocuklar aralarında konuşurken duymuştum.  Henüz ilkokulda iken, Nurbeste ismini alan genç kızlara kızımız Zehra ile takılıyorlardı. Sonra ikisi de aynı okula gidince, Sena’yı daha sık duymaya ve bazen görmeye başlamıştım. Ablalarına çok özeniyordu. Yani Nurbeste’deki Kur´ân talebelerine Kur´ân´ın nurunu hem dilleriyle ve hem de halleriyle bestelemeyi şiar edinmiş ablalarıyla geçirdiği demler, onun en mutlu zamanlarıydı. İslâmın şeairini her yönüyle şehbal şehbal dalgalandırmaya çalışan Nurbeste adlı kız grubundaki şevk ve heyecanı görenler, Asr-ı Saadetten gelen esintiyi mutlaka hissederlerdi. Çoğunun arkasında ailelerinin teşviki yoktu... Ama minnacık kalplerindeki hidayet ateşi, onları Risale-i Nur’un etrafında toplamış; Allah´a, ahirete, kitap ve peygamberlere imanın yanı sıra İslâm´ın hayattaki tatbiklerini öğreniyorlardı. Senanur´un bu kudsî ışığa koşan bir pervâne olduğunu, ablaları o günlerde anlamışlar. Örtünme kararını Nurbesteye açtığında, arkadaşları sevinçle karşılayıp bayram yapmışlar. Cep harçlıklarıyla Senanur´un ilk başörtüsünü ve diğer hediyelerini merasimle takdim etmişler. Senanur´daki ciddiyet, sebat ve iman aşkı, onu Nurbeste´nin küçük, fakat daimî bir ferdi yapmış. Toplu taşıtla ta Beykoz´dan Üsküdar´a, hafta sonlarında nurun derslerine onu koşturmuş. 

Tesettüre niyetlenen Senanur´a ailesi ve akrabaları çevrenin tepkisini, toplumda örtülü yaşamanın zorluğunu anlatmaya çalışmışlar... Ciddî ve doğru bildiği yolda sebatla yürüyen Sena, ipini koparmış sokağın ne diyeceğine aldırmadan Kur’ân’ın emrine “lebbeyk!” demiş. Sena´ya ve diğer bazı arkadaşlarına aileleri evvelâ itiraz etmek istemişler. Fakat onların dış görünüş ve şeklî değişimlerini taçlandıran “ahlâkî yükselişlerini” görünce, yavrularının arzularına sevgiyle katılmışlar. Kur’ân’ın zamanımızın eteklerine vuran şavkına ayine olmaya çalışan bu gençlerin sohbetlerine, arkadaşlarına, eğlencelerine, tenezzühlerine ve münazaralarına dikkatlice takılanlar, bu nurnihaller topluluğunun Nurbeste ismini fazlasıyla hak ettiğini anlamışlar. Sünnet-i Seniyyeyi genç kızlar âleminde ihya gibi muhteşem bir yükü omuzlarına yüklenenlerin Kastamonulu Zehraların, Hacer´lerin, Lütfiye´lerin, Ulviye´lerin ve Necmiye´lerin izinde yürüdüklerini kıpır kıpır oynaya masum dudaklarından dökülen mübârek kelime ve cümlelerden anlamak her zaman mümkün. 

Ahirzamanın cazibedar ve dehşetli fitnesinden korunmak üzere, nurun etrafında kenetlenmiş; birbirlerini tebrik, teselli ve teşvik eden Nurbeste´nin en küçük ve masum bir ferdi iken Senanur, kimse onun diğer arkadaşlarından önce ebedî saadete kanatlanacağını bilememişti. Zamanın günahların bataklıkları henüz ayaklarını bile ıslatmadan göçmen kuşları gibi ebedî yuvasını uçacağını bilselerdi, ona kimbilir ne merasimler hazırlarlardı.
Zehranur Senanur´u anlatırken onun ciddiyetine, samimiyetine, haktaki tatlı sebatına ve yetmiş sene yaşamış bir insanın duruşuna vurgu yapıyor. Şehadetinden sonra odasını ziyaret ettiklerinde başucunda risalelerini görüyorlar. Zehra, “Senanur´un sanki acelesi vardı“ diyor. “Herşeyi birden öğrenmek istiyordu. Devamlı soruyor, sohbet ediyor ve birçok şeyi elektronik haberleşme ile öğrenmeye çalışıyordu. Telefonum Senanur´un konuşmaları, yazışmaları ve mailleriyle dolu. Hiçbir şeye dokunamıyorum. Yalnız kaldığında beynini çatlatırcasına düşünen Senanur´un sesiyle, yazışması ve resimleriyle hep yaşayacak aramızda” derken; Yirmi Birinci Lema´nın İkinci Düsturunun haşiyesinin mana olarak yeniden bize açıldığını da ima ediyor Zehranur.

Ablalarının ve arkadaşlarının anlattıkları haliyle uzun yıllar yaşasaydı, elbette Rabbim Sena´yı birçok genç kız ve hanımın hidayetine vesile kılacaktı. Fakat o, vefatıyla on beş yaşında irşad makamına oturdu. Onu tanıyan, hikâyesini dinleyen nice genç dünyanın fâsık ve çirkin yüzünden ayrılıp hidayete yöneldi. Tesettüre bürünüp Kur´ân´a evet diyen yüzlerceyi irşad eden Senanur´a bir çocuk nazarıyla sakın bakmayınız. Zamanın mahiyetini anlamış ve hayatını Kur’ân’ın vakfetmiş bir şehidenin ruz-u mahşerde şefaatini, onu her tanıyan ve seven, Allah´tan bekleyebilir. Allah´ın Senasına mazhar bu şehit kızımız Sevgilisine doğru uçarken, ardı sıra bıraktığı sevdiklerini dilhun ettiğini biliyor muydu acaba... Onun hem Nurbeste´deki yeri ve hem de Biltek Kolejindeki sıra ve sandalyesi, bundan böyle hep onun ayrılığını besteleyecek. Gözü yaşlı öğretmenleri uzun zaman Sena´yı okulun koridorlarında ve bahçesinde arayacaklar. Biz arkada kalanlar yalnızca Sena´nın ayrılığını düşünüyoruz. Hakikatte her birimizin Senanur gibi ebediyet yolunda birer yolcu olduğumuzu unuturcasına... Ahiret yolundaki seferimizi bize unutturan gaflet perdesi altında yalnızca Sena için ağlıyoruz... Yolu, yüzde yüz ölüm hakikatinden geçecek trene biletlerimizin kesildiğinden gaflet ettiğimizden olacak ki, Senanur´un şehadeti dünyamızı alabora etti ve hatırladıkça gözümüzden yaşlar akıyor..

Sena´nın şehadetine inananlar, belki de annesini ve babasını tebrik edeceklerdir. Onun ebediyete açtığı kapıya tahassürle mütemadiyen bakan ebeveynlerin için ahiretlerini kazanmak elbette daha kolay olacaktır. Zira dünyanın ne cazibesi ve ne de boğucu telaşı onları Rablerini düşünmekten alıkoyamayacak.

Şehadetiyle nasihatları iliklerimize işleyen Senanur, Nurbeste´nin dördüncü şehidesiymiş. Dilber Karakale, Esra Polat, Esra Akıncı ve Senanur Mercan... Onlara sakın “ölü” demeyiniz, buyuran Rabbimiz onların hayattar ve bizimle olduğunu söylüyor... Neyleyelim, imtihan sırrı bu... Biz bilemiyoruz ve onları göremiyoruz. Kafkas cephesinde, siperinde hâlâ Ruslarla savaşan şehit Ubeyd ve Van’da kabristanda Seyda´nın müşahedesine nakış işlerken yansıyan gelin gibi... Şehitlerimiz de sabah-ı haşre dek Kur’ân’ın nurunu bestelemeye devam ederlerken, yalnızca gözyaşlarımıza üzülecekler..."

Şükrü Bulut 
Yeni Asya