7 Ocak 2014 Salı

Bir ayrılık

Yaşanan hiç bir şeyin tesadüf olmadığını bilmek bile başlı başına bir şükür. Bilmek şükür... Bildirene hamd olsun...

İlk ayrılığımda 16 yaşındaydım.. O zaman kaybettim diyordum bir süre. Kaybımı dünyada da arardım ara sıra. Gelse diye beklediğim de olurdu..

Ara ara hatırlardım; kayıp değil ayrıldık derdim, ayrıldık ve buluşacağız... Bunu hayatımın merkezine oturttuktan sonra, ölümün siyah peçesi açıldı ve içindeki güzelliği fark ettim. Tam da bu sırada başka bir ayrılığım oldu. Bu seferki kardeşimdi, 15 yaşındaydı.

Her birimizde ayrı ayrı izler bıraktı. Ama aynı sular serpildi yüreğimize, aynı merhem sürüldü yaramıza. Çoğu zaman dolsa da gözlerimiz, kavuşacağımız günü bekliyoruz. Ve daha bir sıkı bağlanıyoruz birbirimize. Şükrediyoruz Rabbimize, iyi ki tanıştırmış bizleri.

Her ölüm ders verir, iz bırakır. Hele şehitlik.. Açık yaralara merhem olur. Hatırladıkça gülümsersin. İşte bunlar hep Mevla'nın müjdeleri, Müslümanlığın nimetleri, kadere imanın konforu, ahirete imanın diriliği..

Kardeşimin yaşamı ve vefatı ile ilgili çok güzel bir yazı yazılmış. Üzerine bir şeyler ekleyemiyorum.  Bizi, halimizi, hislerimizi özetleyen...
Paylaşmak isterim sizlerle..


" Nurbeste’nin Senanur’u veya Rabbine yükselen şehidenin hikâyesidir...
O gün, 2013 senesinin takvimleri hazandaki ağaçlar gibi son yapraklarını da dökmüşlerdi. Avrupa üzerinden âlem-i İslâma giren sefahat; cazibesiyle kararan akşamda gafil insanları yılbaşı eğlencelerine çağırıyordu. Medrese ve okulda arkadaş olan İsra ile Sena ise, geceyi zulmet basmadan Kur’ân meşalesini yakmak üzere Medresetüzzehrâ yolunda hızlanmışlardı. Kader onların hedeflerine bir taş adımlığı mesafede bir başka gergef dokumuştu. Akşamın karanlığında sürücü de göremez olunca, olanlar olmuş ve acı haber dünyanın beş kıt’asına birkaç saatte yayılmıştı. Akranlarının en ehveninden ekranlara üşüştükleri sırada, Senanur ile İsra çığlık atamadan hastanelerin yoğun bakımlarına alınmışlardı.

Henüz on beş yaşındaydılar. Mükellefiyetin cenderesinden içeriye adımlarını atalı çok olmamıştı ikisinin de. Dine taraftar özel bir okulda candan arkadaşlardı. Okulda öğrendiklerini medresede yeniden Kur’ân’ın süzgecinden geçiriyorlardı. Onlara kimsecikler tesettüre bürünmelerini söylemedikleri halde, Kur’ân’ın zamanımıza akseden nurlarından aldıkları feyizle sahabe mesleğine özenmişlerdi. Ailelerine ve büyüklerine aldırmadan, yumuşak başlılık ve ikna ile çevre engellerini aşıyorlardı. 

Yoğun bakımda siz sevgili okuyucularımızdan du bekleyen İsra’ya şifalar dileyerek, melekmisal semaya kanat çırpan Senanur’un hikâyesine dönmek istiyorum. İsmini ilk olarak evde çocuklar aralarında konuşurken duymuştum.  Henüz ilkokulda iken, Nurbeste ismini alan genç kızlara kızımız Zehra ile takılıyorlardı. Sonra ikisi de aynı okula gidince, Sena’yı daha sık duymaya ve bazen görmeye başlamıştım. Ablalarına çok özeniyordu. Yani Nurbeste’deki Kur´ân talebelerine Kur´ân´ın nurunu hem dilleriyle ve hem de halleriyle bestelemeyi şiar edinmiş ablalarıyla geçirdiği demler, onun en mutlu zamanlarıydı. İslâmın şeairini her yönüyle şehbal şehbal dalgalandırmaya çalışan Nurbeste adlı kız grubundaki şevk ve heyecanı görenler, Asr-ı Saadetten gelen esintiyi mutlaka hissederlerdi. Çoğunun arkasında ailelerinin teşviki yoktu... Ama minnacık kalplerindeki hidayet ateşi, onları Risale-i Nur’un etrafında toplamış; Allah´a, ahirete, kitap ve peygamberlere imanın yanı sıra İslâm´ın hayattaki tatbiklerini öğreniyorlardı. Senanur´un bu kudsî ışığa koşan bir pervâne olduğunu, ablaları o günlerde anlamışlar. Örtünme kararını Nurbesteye açtığında, arkadaşları sevinçle karşılayıp bayram yapmışlar. Cep harçlıklarıyla Senanur´un ilk başörtüsünü ve diğer hediyelerini merasimle takdim etmişler. Senanur´daki ciddiyet, sebat ve iman aşkı, onu Nurbeste´nin küçük, fakat daimî bir ferdi yapmış. Toplu taşıtla ta Beykoz´dan Üsküdar´a, hafta sonlarında nurun derslerine onu koşturmuş. 

Tesettüre niyetlenen Senanur´a ailesi ve akrabaları çevrenin tepkisini, toplumda örtülü yaşamanın zorluğunu anlatmaya çalışmışlar... Ciddî ve doğru bildiği yolda sebatla yürüyen Sena, ipini koparmış sokağın ne diyeceğine aldırmadan Kur’ân’ın emrine “lebbeyk!” demiş. Sena´ya ve diğer bazı arkadaşlarına aileleri evvelâ itiraz etmek istemişler. Fakat onların dış görünüş ve şeklî değişimlerini taçlandıran “ahlâkî yükselişlerini” görünce, yavrularının arzularına sevgiyle katılmışlar. Kur’ân’ın zamanımızın eteklerine vuran şavkına ayine olmaya çalışan bu gençlerin sohbetlerine, arkadaşlarına, eğlencelerine, tenezzühlerine ve münazaralarına dikkatlice takılanlar, bu nurnihaller topluluğunun Nurbeste ismini fazlasıyla hak ettiğini anlamışlar. Sünnet-i Seniyyeyi genç kızlar âleminde ihya gibi muhteşem bir yükü omuzlarına yüklenenlerin Kastamonulu Zehraların, Hacer´lerin, Lütfiye´lerin, Ulviye´lerin ve Necmiye´lerin izinde yürüdüklerini kıpır kıpır oynaya masum dudaklarından dökülen mübârek kelime ve cümlelerden anlamak her zaman mümkün. 

Ahirzamanın cazibedar ve dehşetli fitnesinden korunmak üzere, nurun etrafında kenetlenmiş; birbirlerini tebrik, teselli ve teşvik eden Nurbeste´nin en küçük ve masum bir ferdi iken Senanur, kimse onun diğer arkadaşlarından önce ebedî saadete kanatlanacağını bilememişti. Zamanın günahların bataklıkları henüz ayaklarını bile ıslatmadan göçmen kuşları gibi ebedî yuvasını uçacağını bilselerdi, ona kimbilir ne merasimler hazırlarlardı.
Zehranur Senanur´u anlatırken onun ciddiyetine, samimiyetine, haktaki tatlı sebatına ve yetmiş sene yaşamış bir insanın duruşuna vurgu yapıyor. Şehadetinden sonra odasını ziyaret ettiklerinde başucunda risalelerini görüyorlar. Zehra, “Senanur´un sanki acelesi vardı“ diyor. “Herşeyi birden öğrenmek istiyordu. Devamlı soruyor, sohbet ediyor ve birçok şeyi elektronik haberleşme ile öğrenmeye çalışıyordu. Telefonum Senanur´un konuşmaları, yazışmaları ve mailleriyle dolu. Hiçbir şeye dokunamıyorum. Yalnız kaldığında beynini çatlatırcasına düşünen Senanur´un sesiyle, yazışması ve resimleriyle hep yaşayacak aramızda” derken; Yirmi Birinci Lema´nın İkinci Düsturunun haşiyesinin mana olarak yeniden bize açıldığını da ima ediyor Zehranur.

Ablalarının ve arkadaşlarının anlattıkları haliyle uzun yıllar yaşasaydı, elbette Rabbim Sena´yı birçok genç kız ve hanımın hidayetine vesile kılacaktı. Fakat o, vefatıyla on beş yaşında irşad makamına oturdu. Onu tanıyan, hikâyesini dinleyen nice genç dünyanın fâsık ve çirkin yüzünden ayrılıp hidayete yöneldi. Tesettüre bürünüp Kur´ân´a evet diyen yüzlerceyi irşad eden Senanur´a bir çocuk nazarıyla sakın bakmayınız. Zamanın mahiyetini anlamış ve hayatını Kur’ân’ın vakfetmiş bir şehidenin ruz-u mahşerde şefaatini, onu her tanıyan ve seven, Allah´tan bekleyebilir. Allah´ın Senasına mazhar bu şehit kızımız Sevgilisine doğru uçarken, ardı sıra bıraktığı sevdiklerini dilhun ettiğini biliyor muydu acaba... Onun hem Nurbeste´deki yeri ve hem de Biltek Kolejindeki sıra ve sandalyesi, bundan böyle hep onun ayrılığını besteleyecek. Gözü yaşlı öğretmenleri uzun zaman Sena´yı okulun koridorlarında ve bahçesinde arayacaklar. Biz arkada kalanlar yalnızca Sena´nın ayrılığını düşünüyoruz. Hakikatte her birimizin Senanur gibi ebediyet yolunda birer yolcu olduğumuzu unuturcasına... Ahiret yolundaki seferimizi bize unutturan gaflet perdesi altında yalnızca Sena için ağlıyoruz... Yolu, yüzde yüz ölüm hakikatinden geçecek trene biletlerimizin kesildiğinden gaflet ettiğimizden olacak ki, Senanur´un şehadeti dünyamızı alabora etti ve hatırladıkça gözümüzden yaşlar akıyor..

Sena´nın şehadetine inananlar, belki de annesini ve babasını tebrik edeceklerdir. Onun ebediyete açtığı kapıya tahassürle mütemadiyen bakan ebeveynlerin için ahiretlerini kazanmak elbette daha kolay olacaktır. Zira dünyanın ne cazibesi ve ne de boğucu telaşı onları Rablerini düşünmekten alıkoyamayacak.

Şehadetiyle nasihatları iliklerimize işleyen Senanur, Nurbeste´nin dördüncü şehidesiymiş. Dilber Karakale, Esra Polat, Esra Akıncı ve Senanur Mercan... Onlara sakın “ölü” demeyiniz, buyuran Rabbimiz onların hayattar ve bizimle olduğunu söylüyor... Neyleyelim, imtihan sırrı bu... Biz bilemiyoruz ve onları göremiyoruz. Kafkas cephesinde, siperinde hâlâ Ruslarla savaşan şehit Ubeyd ve Van’da kabristanda Seyda´nın müşahedesine nakış işlerken yansıyan gelin gibi... Şehitlerimiz de sabah-ı haşre dek Kur’ân’ın nurunu bestelemeye devam ederlerken, yalnızca gözyaşlarımıza üzülecekler..."

Şükrü Bulut 
Yeni Asya

1 yorum:

  1. Rabbim oyle bir bag nasip etmiski...bize..sozler bir ... Kalpler bir... Yollar bir... Allah razi olsun ...

    YanıtlaSil