19 Ocak 2014 Pazar

Muhafazakar Burjuvazi

Yine muhafazakarlar, yine sosyalleşme, yine eleştiri.

Kardeşimin sosyolojik bir çalışması sonrasında yine rahatsız olduğum konular gündemime geldi. Aslında genel olarak hep gündemde. Düşürmüyoruz gündemden, her gün genişleterek daha çok yer ayırıyoruz. Ben görmemeye çalıştıkça sakınılan göz gibi batıyor çöp.

Günümüz muhafazakarlarından bahsetmiştim daha önceki yazılarımda, artık durum farklı bir boyut kazandı: "Muhafazakar Burjuvazi" altın çağını yaşıyor.

Dile çok vurulmasa da beden dili ile göze nasıl da batırılıyor. Nasıl da biz buradayız, bizi görün, az kenara çekilin de bize de yer açın diyor.

Yeni bir mekan açıldı gece hayatının gözde semtlerinden birinde. Sözde bulunduğu bölgede, içkisiz-mescidli, muhafazakarlara seslenen bir mekan açarak bu eksikliği gidermek niyetindeler. İlk anlamlandıramadığım böyle bir eksikliğimiz var mı? Bence elbette yok. Ama muhafazakar kesimi bir iki mekan kesmiyor. Daha da fazlasını istiyorlar. Daha lüksünü(!), daha havalısını. Bu kelimeyi özellikle kullanıyorum. Bu mekanlarda check-in bile yapmak tatmin ediyor insanları. Buraya gitmek, giderken diğerleri gibi giyinmek, gittiğinde diğerlerini incelemek. Hangi arabayla gideceğin bile seçiliyor. Arabana göre de ne kadar önemli olduğunu hissediyorsun. Mekanın diğer özelliği de bu, herkes de öyle gelemiyor. Sen gibiler geliyor. Çünkü sen özelsin, orada daha kapıdan girerken seni karşılayan vale ile başlıyor özelliğin sonrasında kabarık bir hesap ödüyorsun. E doğal olarak herkesin elini kolunu sallayıp gireceği  yerden biraz farklı oluyor.

Mescidi içine alınarak reklamının yapılması ayrı bir absürtlük. "Ama mescidi var, mescidde seccadesi var, hatta feracesi var?" E ne var bunda? Kılmasa da reklamını yapıyor bizimkiler. Mekana zaten gecenin bir vakti gidiyorsun. Anlamıyorum tam olarak teheccüd mü kılıyorlar ne yapıyorlar? Mescidin olmadığı mekan mı kaldı? Eskiden yoktu gerçekten. İçkisiz yer bulmak çok zordu. Tatil beldeleri, Boğaz gibi yerlerde epey zorlanıyordu eskiler. Ama şimdi öyle zor da değil. Doğru düzgün yemek yenilecek yerler var çok şükür. Gerek belediyelerin, gerekse yıllardır var olan düzgün mekanların şubeleri çoğalıyor. 

Bir de bu tarz mekanlara gündüzleri giden pek yok. Çünkü gündüzleri diğer yerlerden farkı da yok. İnsanlar aileleri ile gelip öğle yemeklerini rahat rahat yiyebiliyor. Hafta sonları da dahil gece bir yoğunluğu var. Rezervasyon bile kabul edilmiyor. O kadar kalabalık ki yarım saatten fazla bekleme salonu adı altında bekletiliyorsun. Ne çok vaktimiz varmış meğer.

Ben biraz ön yargılıyım belki de. Çok popüler olan mekan, kitap, seri filmlere karşı bir antipatim vardı. Bir de yapılan yorumlar etkiliyor beni. Teknolojiyi de, Sosyal medyayı da kullanamıyoruz. Eğlencemizi bile taviz vere vere ihtiyaca bağlıyoruz ve ihtiyaçmış gibi de savunuyoruz. Şal ile başlayan ve her üç kapalıdan birisinin modacı olduğu bu zamanda işimiz oldukça zor. "İslami moda, Muhafazakar moda" adı altında aldığınız veballer. Hep birbirinin zinciri olarak ilerliyor. Şallı kızlar artık iğne takanlara tuhaf bir bakış ile bakıyorlar. İğnesi olmaması, boynu açık olması, kolyesini, küpesi göstermesi onu #şık #asil #tarz #moda gibi etiketlerin başrolu yapıyor.

Gençler takipte! Sosyal medya ile fenomen olan modacılar, nerede ne yemiş, ne içmiş, nereden ne almış, şalı ne marka, başörtüsünü nasıl bağlamış... Altına da yazmıyorlar mı "ben de sizin gibi kapalı olmak istiyorum" diye. Ah nelere sebep oluyoruz.

Gençler takipte! Böyle kızlı erkekli yer bildirimleri ile kimler mekanda... Artık biz de orada takılalım denk gelelim de görelim. Birbirimizi bir ekleyelim de bakalım sonrasında ne olur olur. Hı hı, muhafazakarız, burada muhafazakar kızları, muhafazakar şekilde takip ediyoruz. Oldu beyler! İyi takipler!. Bildirin yerlerinizi, durumlarınız, tanışın kaynaşın bakalım.

Bana kızıyorlar,"sürekli muhafazakarları eleştiriyorsun, sen de farklı mısın ki neden kendi içinde olduğun bir durumu eleştiriyorsun" diyorlar.. Haklılar, bir zamanlar aynı şeyleri muhafaza ediyorduk. Şimdi işler değişti. Sadece muhafazakarlık yetmiyor bazılarımıza, önceden de dediğim gibi, kimliklerimiz değişiyor. Burada bahsettiğim şey tesettür. Verilen bu tavizlerle namazın, orucun, zekatın bir alakası yok. Yani "sen daha namaz kılmıyorsun gelmişsin boynu açık kızları eleştiriyorsun!" muhabbetine bağlamayalım olayı. Son yıllarda olan değişimi bir görelim, bir fark edelim. Eleştirelim, uyaralım, bize gelen uyarılara daha bir kulak verelim.  




15 Ocak 2014 Çarşamba

Böyle bir hal


Benim gibi arap müziklerini seviyorsanız, bir de suudlu bu gençten ( Alaa Wardi ) dinleyin bakalım..

Youtube'de meşhur oldu ama şimdi taklitleri bile çıktı.. Ünü aldı başını gitti. :)

Amr Diab'ın meşhurlarından iki tanesini çok güzel değişik bir hal ile seslendirmişler... Gençler bu işe cover diyorlar :)

Arapça, Hintçe, İngilizce coverlayıp duruyor :)



Amr Diab - Wa7ashteny




Amr Diab - Osad Einy


13 Ocak 2014 Pazartesi

Neredeydik... Edirne'de

         Üniversite yılları ve sonrasında katıldığımız programlarla pekişen bir kardeş grubumuz var. Her biri birbirinden değerli.. Fırsat buldukça görüşmeye devam ediyoruz. Rabbim eksikliklerini de göstermesin.

Dün de, yeni evli arkadaşlarımıza ev ziyaretine gittik. Kahvaltı sonrası erken ayrılıp kendi işlerimize döneceğimizi düşüncesindeydik. Evin Hadımköy' de olmasından mıdır? Çabuk galeyana gelip harekete geçmemizden midir nedir bilinmez, kendimizi Edirne yolunda bulduk..

Ev sahiplerine kandil programınız var mı diye gayri ihtiyarı sormuştum bir gün öncesinden.. :) Ama böyle bir programı hiç kimse düşünmemişti.

Birkaç dakika içinde alınan karar sonrası yoldaydık. Yer yer sislerin hakim olduğu yolda " -ne yapıyoruz, - nereye gidiyoruz, - iyi ki gidiyoruz, - dur bakalım ne olacak" gibi düşünceler gidip geliyordu akıllara.

Geç çıkmamıza rağmen yatsı namazının bitimine ve duaya yetişmiş olduk... İçimizde Edirne'ye ilk kez gelenler de vardı. Selimiye'nin o manevi havası hepimizi etkilemişti.




Dua ve ibadetlerin ardından, Edirne'de tava ciğeri yemeden dönmek de olmazdı. Cami cemaatinin de yardımıyla bu işi en iyi yapan yerlerin birinde soluğu aldık. Ciğer sevmememe rağmen "- e gelmişken ciğer yenir" muhabbetinden ayrı duramazdım.. Gayet de güzel tadı vardı.


Dönüş yolunda hepimizin düşüncesi hemen hemen aynıydı.. 
Edirne'ye gezi ayarlasak gerçekleşmesi daha zordu. Bu kadar keyif ve tat verir miydi o da belirsiz..

Güzel günümüz için arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler :)

7 Ocak 2014 Salı

Bir ayrılık

Yaşanan hiç bir şeyin tesadüf olmadığını bilmek bile başlı başına bir şükür. Bilmek şükür... Bildirene hamd olsun...

İlk ayrılığımda 16 yaşındaydım.. O zaman kaybettim diyordum bir süre. Kaybımı dünyada da arardım ara sıra. Gelse diye beklediğim de olurdu..

Ara ara hatırlardım; kayıp değil ayrıldık derdim, ayrıldık ve buluşacağız... Bunu hayatımın merkezine oturttuktan sonra, ölümün siyah peçesi açıldı ve içindeki güzelliği fark ettim. Tam da bu sırada başka bir ayrılığım oldu. Bu seferki kardeşimdi, 15 yaşındaydı.

Her birimizde ayrı ayrı izler bıraktı. Ama aynı sular serpildi yüreğimize, aynı merhem sürüldü yaramıza. Çoğu zaman dolsa da gözlerimiz, kavuşacağımız günü bekliyoruz. Ve daha bir sıkı bağlanıyoruz birbirimize. Şükrediyoruz Rabbimize, iyi ki tanıştırmış bizleri.

Her ölüm ders verir, iz bırakır. Hele şehitlik.. Açık yaralara merhem olur. Hatırladıkça gülümsersin. İşte bunlar hep Mevla'nın müjdeleri, Müslümanlığın nimetleri, kadere imanın konforu, ahirete imanın diriliği..

Kardeşimin yaşamı ve vefatı ile ilgili çok güzel bir yazı yazılmış. Üzerine bir şeyler ekleyemiyorum.  Bizi, halimizi, hislerimizi özetleyen...
Paylaşmak isterim sizlerle..


" Nurbeste’nin Senanur’u veya Rabbine yükselen şehidenin hikâyesidir...
O gün, 2013 senesinin takvimleri hazandaki ağaçlar gibi son yapraklarını da dökmüşlerdi. Avrupa üzerinden âlem-i İslâma giren sefahat; cazibesiyle kararan akşamda gafil insanları yılbaşı eğlencelerine çağırıyordu. Medrese ve okulda arkadaş olan İsra ile Sena ise, geceyi zulmet basmadan Kur’ân meşalesini yakmak üzere Medresetüzzehrâ yolunda hızlanmışlardı. Kader onların hedeflerine bir taş adımlığı mesafede bir başka gergef dokumuştu. Akşamın karanlığında sürücü de göremez olunca, olanlar olmuş ve acı haber dünyanın beş kıt’asına birkaç saatte yayılmıştı. Akranlarının en ehveninden ekranlara üşüştükleri sırada, Senanur ile İsra çığlık atamadan hastanelerin yoğun bakımlarına alınmışlardı.

Henüz on beş yaşındaydılar. Mükellefiyetin cenderesinden içeriye adımlarını atalı çok olmamıştı ikisinin de. Dine taraftar özel bir okulda candan arkadaşlardı. Okulda öğrendiklerini medresede yeniden Kur’ân’ın süzgecinden geçiriyorlardı. Onlara kimsecikler tesettüre bürünmelerini söylemedikleri halde, Kur’ân’ın zamanımıza akseden nurlarından aldıkları feyizle sahabe mesleğine özenmişlerdi. Ailelerine ve büyüklerine aldırmadan, yumuşak başlılık ve ikna ile çevre engellerini aşıyorlardı. 

Yoğun bakımda siz sevgili okuyucularımızdan du bekleyen İsra’ya şifalar dileyerek, melekmisal semaya kanat çırpan Senanur’un hikâyesine dönmek istiyorum. İsmini ilk olarak evde çocuklar aralarında konuşurken duymuştum.  Henüz ilkokulda iken, Nurbeste ismini alan genç kızlara kızımız Zehra ile takılıyorlardı. Sonra ikisi de aynı okula gidince, Sena’yı daha sık duymaya ve bazen görmeye başlamıştım. Ablalarına çok özeniyordu. Yani Nurbeste’deki Kur´ân talebelerine Kur´ân´ın nurunu hem dilleriyle ve hem de halleriyle bestelemeyi şiar edinmiş ablalarıyla geçirdiği demler, onun en mutlu zamanlarıydı. İslâmın şeairini her yönüyle şehbal şehbal dalgalandırmaya çalışan Nurbeste adlı kız grubundaki şevk ve heyecanı görenler, Asr-ı Saadetten gelen esintiyi mutlaka hissederlerdi. Çoğunun arkasında ailelerinin teşviki yoktu... Ama minnacık kalplerindeki hidayet ateşi, onları Risale-i Nur’un etrafında toplamış; Allah´a, ahirete, kitap ve peygamberlere imanın yanı sıra İslâm´ın hayattaki tatbiklerini öğreniyorlardı. Senanur´un bu kudsî ışığa koşan bir pervâne olduğunu, ablaları o günlerde anlamışlar. Örtünme kararını Nurbesteye açtığında, arkadaşları sevinçle karşılayıp bayram yapmışlar. Cep harçlıklarıyla Senanur´un ilk başörtüsünü ve diğer hediyelerini merasimle takdim etmişler. Senanur´daki ciddiyet, sebat ve iman aşkı, onu Nurbeste´nin küçük, fakat daimî bir ferdi yapmış. Toplu taşıtla ta Beykoz´dan Üsküdar´a, hafta sonlarında nurun derslerine onu koşturmuş. 

Tesettüre niyetlenen Senanur´a ailesi ve akrabaları çevrenin tepkisini, toplumda örtülü yaşamanın zorluğunu anlatmaya çalışmışlar... Ciddî ve doğru bildiği yolda sebatla yürüyen Sena, ipini koparmış sokağın ne diyeceğine aldırmadan Kur’ân’ın emrine “lebbeyk!” demiş. Sena´ya ve diğer bazı arkadaşlarına aileleri evvelâ itiraz etmek istemişler. Fakat onların dış görünüş ve şeklî değişimlerini taçlandıran “ahlâkî yükselişlerini” görünce, yavrularının arzularına sevgiyle katılmışlar. Kur’ân’ın zamanımızın eteklerine vuran şavkına ayine olmaya çalışan bu gençlerin sohbetlerine, arkadaşlarına, eğlencelerine, tenezzühlerine ve münazaralarına dikkatlice takılanlar, bu nurnihaller topluluğunun Nurbeste ismini fazlasıyla hak ettiğini anlamışlar. Sünnet-i Seniyyeyi genç kızlar âleminde ihya gibi muhteşem bir yükü omuzlarına yüklenenlerin Kastamonulu Zehraların, Hacer´lerin, Lütfiye´lerin, Ulviye´lerin ve Necmiye´lerin izinde yürüdüklerini kıpır kıpır oynaya masum dudaklarından dökülen mübârek kelime ve cümlelerden anlamak her zaman mümkün. 

Ahirzamanın cazibedar ve dehşetli fitnesinden korunmak üzere, nurun etrafında kenetlenmiş; birbirlerini tebrik, teselli ve teşvik eden Nurbeste´nin en küçük ve masum bir ferdi iken Senanur, kimse onun diğer arkadaşlarından önce ebedî saadete kanatlanacağını bilememişti. Zamanın günahların bataklıkları henüz ayaklarını bile ıslatmadan göçmen kuşları gibi ebedî yuvasını uçacağını bilselerdi, ona kimbilir ne merasimler hazırlarlardı.
Zehranur Senanur´u anlatırken onun ciddiyetine, samimiyetine, haktaki tatlı sebatına ve yetmiş sene yaşamış bir insanın duruşuna vurgu yapıyor. Şehadetinden sonra odasını ziyaret ettiklerinde başucunda risalelerini görüyorlar. Zehra, “Senanur´un sanki acelesi vardı“ diyor. “Herşeyi birden öğrenmek istiyordu. Devamlı soruyor, sohbet ediyor ve birçok şeyi elektronik haberleşme ile öğrenmeye çalışıyordu. Telefonum Senanur´un konuşmaları, yazışmaları ve mailleriyle dolu. Hiçbir şeye dokunamıyorum. Yalnız kaldığında beynini çatlatırcasına düşünen Senanur´un sesiyle, yazışması ve resimleriyle hep yaşayacak aramızda” derken; Yirmi Birinci Lema´nın İkinci Düsturunun haşiyesinin mana olarak yeniden bize açıldığını da ima ediyor Zehranur.

Ablalarının ve arkadaşlarının anlattıkları haliyle uzun yıllar yaşasaydı, elbette Rabbim Sena´yı birçok genç kız ve hanımın hidayetine vesile kılacaktı. Fakat o, vefatıyla on beş yaşında irşad makamına oturdu. Onu tanıyan, hikâyesini dinleyen nice genç dünyanın fâsık ve çirkin yüzünden ayrılıp hidayete yöneldi. Tesettüre bürünüp Kur´ân´a evet diyen yüzlerceyi irşad eden Senanur´a bir çocuk nazarıyla sakın bakmayınız. Zamanın mahiyetini anlamış ve hayatını Kur’ân’ın vakfetmiş bir şehidenin ruz-u mahşerde şefaatini, onu her tanıyan ve seven, Allah´tan bekleyebilir. Allah´ın Senasına mazhar bu şehit kızımız Sevgilisine doğru uçarken, ardı sıra bıraktığı sevdiklerini dilhun ettiğini biliyor muydu acaba... Onun hem Nurbeste´deki yeri ve hem de Biltek Kolejindeki sıra ve sandalyesi, bundan böyle hep onun ayrılığını besteleyecek. Gözü yaşlı öğretmenleri uzun zaman Sena´yı okulun koridorlarında ve bahçesinde arayacaklar. Biz arkada kalanlar yalnızca Sena´nın ayrılığını düşünüyoruz. Hakikatte her birimizin Senanur gibi ebediyet yolunda birer yolcu olduğumuzu unuturcasına... Ahiret yolundaki seferimizi bize unutturan gaflet perdesi altında yalnızca Sena için ağlıyoruz... Yolu, yüzde yüz ölüm hakikatinden geçecek trene biletlerimizin kesildiğinden gaflet ettiğimizden olacak ki, Senanur´un şehadeti dünyamızı alabora etti ve hatırladıkça gözümüzden yaşlar akıyor..

Sena´nın şehadetine inananlar, belki de annesini ve babasını tebrik edeceklerdir. Onun ebediyete açtığı kapıya tahassürle mütemadiyen bakan ebeveynlerin için ahiretlerini kazanmak elbette daha kolay olacaktır. Zira dünyanın ne cazibesi ve ne de boğucu telaşı onları Rablerini düşünmekten alıkoyamayacak.

Şehadetiyle nasihatları iliklerimize işleyen Senanur, Nurbeste´nin dördüncü şehidesiymiş. Dilber Karakale, Esra Polat, Esra Akıncı ve Senanur Mercan... Onlara sakın “ölü” demeyiniz, buyuran Rabbimiz onların hayattar ve bizimle olduğunu söylüyor... Neyleyelim, imtihan sırrı bu... Biz bilemiyoruz ve onları göremiyoruz. Kafkas cephesinde, siperinde hâlâ Ruslarla savaşan şehit Ubeyd ve Van’da kabristanda Seyda´nın müşahedesine nakış işlerken yansıyan gelin gibi... Şehitlerimiz de sabah-ı haşre dek Kur’ân’ın nurunu bestelemeye devam ederlerken, yalnızca gözyaşlarımıza üzülecekler..."

Şükrü Bulut 
Yeni Asya